Ölsem ayıptır, sussam tehlikeli
Çok sevmeli öyleyse, çok söylemeli.
-Metin Altıok
|
|
Sen, başkalarıyla uyumaya,
Ben, asla uyuyamamaya
alışıyorum
inceden…
Nihayetinde,
Gözü arkada kalan aşıkların
Intikamını,
Biririn alması gerekiyor
Geceden…
Seni…
Seni, bir kere daha görsem,
Ne çok şey birden normale dönecek
Bir
Bil
Sen…
|
|
PAYLAŞIMLAR:
Gemilere haber verin alev aldı liman.
Bir gün ölmek için her gün yaşıyoruz.
İstanbul bizim ev kira.
-Tomris Uyar
|
Karbon ayak izi
Nasa’nın Paylaşımı / Ay
Tutulması
KİTAP
DENİNCE:
Mario Jimenez, içine kapanık, sıradan ve Şili'nin
Isla Negra kasabasında yaşayan bütün balıkçılar gibi yoksul bir insandır. Ve
henüz 17 yaşındadır... Bir gün, bir postacılık işi bulur ve bütün yaşamı
değişir. Şair Pablo Neruda'nın mektuplarını kendisine ulaştırmakla
görevlendirilen Mario Jimenez, şiirle dolu yepyeni bir dünyaya adım atar. Pablo
Neruda dış dünyayla bağlantısını sağlayan tek kişi olan Mario Jimenez ile dost
olur ve gerek ustalığıyla, gerekse yaşama bakış açısıyla onu derinden etkiler.
Bu "basit" postacı-usta şair dostluğu sayesinde, Mario Jimenez kendi
duygularının farkına varır. Önceleri aşk ve dostluk için geliştirdiği duygular;
giderek şairi, Şili'yi ve yaşamı "derinden algılamaya" kadar
ulaşır... Aksoy Yayıncılık "Dünya Edebiyatı Dizisi"nden çıkan küçük
bir ölçü ve denge hazinesi "Neruda'nın Postacısı" , Şilili yazar
Antonio Skarmeta'nın büyük yazınsal niteliklerini ortaya koyuyor.
Hank, New York Levitown'un Long Island kısmında
dünyaya geldi. Yazarlık serüveninin başlarında pılıyı pırtıyı toplayıp New York
City'e yollandı, burada kendisini döndürmek için Blockbuster'da (VHS kaset,
oyun kiralama vb. şeylerin olduğu market zinciri) takılacaktı. Aslına
bakarsanız Hank'in yeteneği ve zaman içerisinde görücüye çıkan yazıları, kısa
sürede edebiyat otoriteleri tarafından da bir kenara not edilmeye başlanmıştı.
Hank'in kısa hikayeleri ve sonradan ortalığı karıştıracak olan kitapları,
değindiği gerçekçi ve cesur noktalar ile Charles Bukowski paralelinde gidiyordu
ve bu, bir kült fenomenini takip eden üslubun Tanrı Hepimizden Nefret Ediyor'da
patlamasına yol açtı.
CBGB (Manhattan)'de Karen Van der Beek ile tanıştı
ve çok geçmeden kızları Rebecca da onlara dahil oldu. God Hates Us All'un
yayımlanmasının ardından, Karen ve Rebecca, Hank'in dizi üzerinde yaptığı
senaryo çalışmaları esnasında Los Angeles'a taşındılar.
Hank,
Californication üzerine düştüğü notların çoğunda, sahip olduğu derin bakış
açısını ve başkaraktere-kendisine ait yaşanmışlıkları özenle işlemeyi ihmal
etmedi. Bazense, fırlama ve kendinden emin bir aykırının yanında kolaylıkla
incinmeye hazır bir adam karşınızdaydı, özellikle Karen ile yaşadığı inişli
çıkışlı ilişkiler ve Rebecca'nın bu birlikteliğe kattığı ekstra hassaslık,
sabit ve belirleyici olan önemli faktörlerdi. Üzgün, boşluğa doğru nedensizce
bakan, tek başına, perişan ve yorgun düşmüş biri, sürekli durduğu köşeden
kendisini süzmeye devam etmekteydi.
Hank aynı
zamanda ateşli bir rock tutkunuydu ve bununla ilgili birçok materyali (plak
vb.) her fırsatta topluyordu. Warren Zevon kendisi için listenin başında
duruyor ve kafasını viskiyle ota verdiğinde arkada mutlaka Zevon dönüyordu.
Yazılarını ancak bu şekilde tamamlayabilmekteydi. Ara sıra, yaptığı
çalışmalarda Black Sabbath'ın şarkı sözlerine de sırtını dayadığı oluyordu.
Evinde bir klasik kabul edilen Gibson Les Paul asılıydı. Dizinin ikinci
sezonunda, kendi parasıyla aldığı ilk albüm olan Led Zeppelin II'den
gerçekleşen etkilenimleri gözler önüne serdi. İlginç bir şekilde, Hank'in üç
romanı da, Amerika'nın Thrash Metal tarihine damga vuran grubu Slayer'ın albüm
isimlerine göre şekillendi; bunlar, South of Heaven, Seaons In The Abyss ve God
Hates Us All olarak sıralanmıştı.
Yüzbaşıya göre, bütün bunlar, Sicilyalıların
bilincinde ailenin halen tek yaşayan kurum oluşundan kaynaklanıyordu; ama bu
canlılık duygusal ve doğal bir birleşmeden çok, dramatik, yasal bir anlaşma
gibiydi. Aile, Sicilya'nın devletidir. Bizim için devlet olan kurum onun
anlayışının dışında kalır; Sicilyalı için devlet, zorla gerçekleştirilmiş
olaylardan oluşan bir birlik ve vergiyi, askerliği, savaşı, jandarmaları icat
eden kurumdur. Aile kurumunda, Sicilyalı, kendi doğal ve trajik yalnızlığını
aşarak, aldatmacalı bir anlaşma ile kurulmuş bir evliliğe ve beraber yaşama
uyar. Aile ile devlet arasındaki sınırı aşmayı ondan istemek güç olacakır.
Devlet kavramından hoşlanacak veya iktidara gelerek hükümeti idare edecektir;
ama yine de yaşantısının son ve kesin şekli aile olacaktır ki, zafer yolu
yalnızlığa giden en kısa yolu sağlayacaktır ona.
ŞARKI
/ TÜRKÜ DENİNCE:
Yesterday
- Roy Clark
Dün ben
gençken
Dün ben
gençken
Yaşamın
tadı dilimin üstünde yağmur gibi tatlıydı
Sanki
aptal bir oyunmuş gibi hafife alırdım yaşamı
Akşam
esintisinin, mum aleviyle oynaşması gibi.
Bin türlü
hayalim oldu,şatafatlı planlar yaptım,
Heyhat
kurdum oları zayıf ve kırılgan zemin üzerine.
Gecelerde
yaşadım, ve kaçtım günün çıplak parıltısından.
Daha yeni
görüyorum yılların nasıl da kaçıp gittiğini.
Dün ben
gençken,
Birçok
içkici şarkısı vardı söylenmeyi bekleyen
Birçok
çılgın keyif vardı,benim içim dükkanda duran
Ve birçok
acı vardı, şaşkın gözlerimin görmeyi reddettiği,
O zamanlar
hızlı yaşadım ve gençlik nihayet kaçtı gitti
Yaşamın ne
anlama geldiğini düşünmeyi bırakmadım.
Şimdi
anımsayabildiğim her muhabbet
Beni
kendine bağlamaktan başka hiçbir şey yapmadı.
Dün ay
maviydi,
Her çılgın
gün yapacak yeni şeyler getirdi
Sihirli
bir asa gibi kullandım büyülü yaşımı
Asla
görmedim ötelerde, ne ıssızlık, ne boşluk.
Kibirle,
gösterişli bir şekilde oynadım aşk oyununu
Ve
aceleyle yaktığım her ateş, çabucak söndü
Edindiğim
arkadaşların hepsi bir şekilde bağları kopardı
Ve oyunu
sonlandırmak için sahnede bir ben kaldım.
İçimde
söylenmeyecek birçok şarkı var
Dilimde
gözyaşının acı tadını hissediyorum,
Zamanı
geldi bedelini ödememin genç olduğum dünün.
|
Yesterday When I Was Young
Seems the love I've known has
always been
The most destructive kind
Guess that's why now I feel so old
Before my time.
Yesterday when I was young
The taste of life was sweet as rain
upon my tongue.
I teased at life as if it were a
foolish game,
The way the evening breeze may
tease a candle flame.
The thousand dreams I dreamed, the
splendid things I planned
I always built to last on weak and
shifting sand.
I lived by night and shunned the
naked light of the day
And only now I see how the years
ran away.
Yesterday when I was young
So many happy songs were waiting to
be sung,
So many wild pleasures lay in store
for me
And so much pain my dazzled eyes
refused to see.
I ran so fast that time and youth
at last ran out,
I never stopped to think what life
was all about
And every conversation I can now
recall
Concerns itself with me and nothing
else at all.
Yesterday the moon was blue
And every crazy day brought
something new to do.
I used my magic age as if it were a
wand
And never saw the waste and
emptiness beyond.
The game of love I played with
arrogance and pride
And every flame I lit too quickly,
quickly died.
The friends I made all seemed
somehow to drift away
And only I am left on stage to end
the play.
There are so many songs in me that
won't be sung,
I feel the bitter taste of tears
upon my tongue.
The time has come for me to pay for
Yesterday when I was young...
|
Aysel Əlizadə - Yandırdın
Qəlbimi
Sensiz Yaşayabilmerem
Güzelim yürekten bağlıyam
sana
Eziyet eder mi seven
sevene
Yandırdın kalbimi aman
Ay kaşları keman
Bu derdime inan yar
Sensiz yaşayabilmerem
Ey sevgili canan
Bu derdime inan
Seni görmeyende fenadır
halim
İntizarda koyma gadan ben
alım
Yandırdın kalbimi aman
Ay kaşları keman
Bu derdime inan yar
Sensiz yaşayabilmerem
Ey sevgili canan
Bu derdime inan.
FİLM
DENİNCE:
"10
ver 7 vereyim, biletini keseyim, düğmeye basayım,20 ver 16 vereyim, biletini
keseyim, düğmeye basayım,50 ver 46 veriyim, biletini keseyim, düğmeye
basayım,ben buyum baba,gişe memuruyum."
Yönetmen Tolga Karaçelik
Oyuncular: Zafer Diper,
Serkan Ercan, Nur Fettahoğlu devamı
Tür Dram, Dramatik komedi
Kendi
halinde bir gişe memuru olan Kenan, babasıyla yaşayan, işiyle evi arasındaki
küçük dünyada gidip gelen ve insanlarla iletişim kurmaktansa, kendi
hayallerinde yaşamayı tercih eden bir karakterdedir. Çatalca gişeler bölgesinde
çalışan ve görevinin başındayken zaman zaman kendi kendine konuşmasıyla bilinen
Kenan’ın, diğer insanlarla olduğu gibi babasıyla da mesafeli bir ilişkisi
vardır.
Kenan’ın
kalp hastası olan babasına, gündüzleri Nurgül bakıcılık yapar. 30 yaşlarındaki
konuşkan ve anaç Nurgül, Kenan’ı, babasını ve yıllar önce vefat etmiş annesini
küçüklüğünden beri tanımaktadır. Kenan’ın işiyle evi arasında sıkışıp kalmış
monoton hayatı, yeni işletme şefinin Çatalca’yı denetlemeye geldiği gün
değişecektir.
Yönetmenliğini
ve senaristliğini Tolga Karaçelik'in yaptığı Gişe Memuru, 47. Uluslararası
Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde En İyi Görünütü Yönetmeni (Ercan
Özkan), En İyi Erkek Oyuncu (Serkan Ercan) ve En İyi İlk Film Ödülleri'ne layık
görüldü.