25 Mayıs 2018 Cuma

cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşelidir (barking dog never bites)


FAHRİYE ABLA

 

Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar,

Kapanırdı daha gün batmadan kapılar.

Bu, afyon ruhu gibi baygın mahalleden,

Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın, sen!

Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen

Gözlerin, dişlerin ve ak pak gerdanınla

Ne güzel komşumuzdun sen, Fahriye abla!

 

Eviniz kutu gibi bir küçücük evdi,

Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi;

Güneşin batmasına yakın saatlerde

Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede.

Yaz, kış yeşil bir saksı ıtır pencerede;

Bahçende akasyalar açardı baharla.

Ne şirin komşumuzdun sen, Fahriye abla!

 

Önce upuzun, sonra kesik saçın vardı;

Tenin buğdaysı, boyun bir başak kadardı.

İçini gıcıklardı bütün erkeklerin

Altın bileziklerle dolu bileklerin.

Açılırdı rüzgârda kısa eteklerin;

Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla.

Ne çapkın komşumuzdun sen, Fahriye abla!

 

Gönül verdin derlerdi o delikanlıya,

En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya.

Bilmem şimdi hâlâ bu ilk kocanda mısın,

Hâlâ dağları karlı Erzincan'da mısın?

Bırak, geçmiş günleri gönlüm hatırlasın;

Hâtırada kalan şey değişmez zamanla.

Ne vefalı komşumdun sen, Fahriye abla!

               -Ahmet Muhip DRANAS

 

NAMUS

aradım yıllardır seni her yerde,

bir türlü karşıma çıkmadın namus,

nihayet bir yerde rastladım ama,

utançtan yüzüme bakmadın namus...

 

yaklaşıp yanına dedim neredesin,

dedin ki yorulma gelmiyor sesin,

gayretleri boşa gitti herkesin,

kimseyi yanına sokmadın namus.

 

fazilet dediğin meğer masalmış,

namuslu görünmek kimlere kalmış,

zenginmiş, fakirmiş, halkmış, kralmış,

gördüm ki kimseyi takmadın namus...

 

ben senden ne saray ne ev istedim,

seni sevenleri sen sev istedim.

kıvılcım aradım alev istedim,

bir tek mumu bile yakmadın namus...

 

azizken gözümde sudan ekmekten,

yoruldum uslu dur yapma demekten!

yüzyıllardır namussuzluk etmekten,

bir türlü uslanıp bıkmadın namus...

            - Ümit Yaşar OĞUZCAN

 

Bestesini Arto Tunçboyacı'nın yaptığı Oğuzcan sözleri iğneleyici olduğu kadar günümüze de ışık tutuyor...

 


 

 

BİR GECE ANSIZIN GELEBİLİRİM

 

Bu kadar yürekten çağırma beni!

Bir gece ansızın gelebilirim.

Beni bekliyorsan, uyumamışsan,

Sevinçten kapında ölebilirim.

 

Belki de hayata yeni başlarım,

İçimde küllenen kor alevlenir,

Bakarsın hiç gitmem kölen olurum,

Belki de seversin beni kim bilir.

 

Kal dersen, dağlarca severim seni,

Bir deniz olurum ayaklarında,

Aşk bu özleyiş bu, hiç belli olmaz,

Kalbim duruverir dudaklarında.

 

Ya da unuturum kim olduğumu,

Hatırlamam belki adımı bile,

Belki de çıldırır, deli olurum,

Sana kavuşmanın heyacanıyla...

 

Aşk bu, bilinir mi nereye varır,

Ne durdurur özlemini, seveni...

Bakarsın ansızın gelebilirim,

Bu kadar yürekten çağırma beni.

            - Ümit Yaşar OĞUZCAN



 
 
YERLİ
 
YABANCI
 
Japanese Man : Hello is this the radio?
DJ : Yes what can i do for you?
Man : I would like to request a song.
DJ : What song would you like to request?
Man : Yamaha Yamaso.
DJ while checking his records
DJ : There is no such song.
Man : Yes there is. Here is the sample
 
---------------------------------------
 
 
 
İtaat – biat – ricat
----------------------------------
Akide: Bağlamak, sağlamlaştırmak, güçlü bir şekilde bağlamak, birbirine kenetlemek, birbirine sıkı sıkıya kaynaşmak ve tesbit etmek demek olan "akd"den gelmektedir.
Akd, aynı zamanda çözmenin zıttıdır.
 
Akide itikat eden kimse nezdinde şüphe sözkonusu olmayan hüküm demektir.
 
Dinde akide ise –amelin dışında kalan- ve kendisine itikad edilen (inanılan) şey demektir.
Allah’ın varlığına, rasullerin O’nun tarafından gönderildiğine itikad etmek gibi. Çoğulu ise Akaid’dir.
 
Özetle insanın kalbinden kesin olarak kabul ettiği şey ister hak, ister batıl olsun akidedir.
----------------



TAŞI TOPRAĞI ALTIN İSTANBUL





Cathedral of Light

 

Işığın Katedrali (1934)

1934 Nürnberg mitingi Adolf Hitler tarafından Avrupa'ya Almanya'nın ne kadar güçlü olduğunu göstermek için planlanmıştı. Bu yüzden miting olağanüstü ihtişamlı olmalıydı. Hitler miting akşamı için çılgın bir planı vardı. Savaş uçaklarına karşı kullanılan aşırı güçlü spot ışıkların hepsi dimdik yukarı döndürülecek ve ışık sütunları şeklinde bir görüntü elde edilecekti. Hava Kuvvetleri, Hitler'e bunun çok tehlikeli olduğunu, ordunun tüm kaynağını böyle bir gösteri için kullanmanın kendilerini çok savunmasız bırakacağını söylese de Hitler "Hepsini kullanın! Ne kadar çok kullanırsak stoğumuzda daha fazlası var zannederler" dedi. Öyle de oldu ve ortaya muazzam bir görüntü çıktı. Bu görüntü "Işığın Katedrali" ismiyle tarihe geçti.

 

 

Şeyh Bedrettin Destanı'ndan

 

Ortada

yere saplı bir kılıç gibi dimdik bizim ihtiyar.

Karşıda hünkâr.

Bakıştılar.

Hünkâr istedi ki:

bu müşahhas küfrü yere sermeden önce,

son sözü ipe vermeden önce,

biraz da şeriat eylesin ibrazı hüner

âdâb ü erkâniyle halledilsin iş.

Hazır bilmeclis

Mevlâna Hayder derler

mülkü acemden henüz gelmiş bir ulu danişmend kişi

kınalı sakalını ilhamı ilâhiye eğip,

«Malı haramdır amma bunun kanı helâldır» deyip halletti işi...

Dönüldü Bedreddine.

Denildi: «Sen de konuş.»

Denildi: «Ver hesabını ilhadının.»

Bedreddin baktı kemerlerden dışarı.

Dışarda güneş var.

Yeşermiş avluda bir ağacın dalları

ve bir akarsuyla oyulmaktadır taşlar.

Bedreddin gülümsedi.

Aydınlandı içi gözlerinin, dedi:

- Mademki bu kerre mağlubuz netsek, neylesek zaid.

Gayrı uzatman sözü.

Mademki fetva bize aid verin ki basak bağrına mührümüzü..

Yağmur çiseliyor,

korkarak

yavaş sesle

bir ihanet konuşması gibi.

Yağmur çiseliyor,

beyaz ve çıplak mürted ayaklarının

ıslak ve karanlık toprağın üstünde koşması gibi.

Yağmur çiseliyor,

Serezin esnaf çarşısında,

bir bakırcı dükkânının karşısında

Bedreddinim bir ağaca asılı.

Yağmur çiseliyor.

Gecenin geç ve yıldızsız bir saatidir.

Ve yağmurda ıslanan

yapraksız bir dalda sallanan şeyhimin çırılçıplak etidir.

Yağmur çiseliyor.

Serez çarşısı dilsiz,

Serez çarşısı kör.

Havada konuşmamanın, görmemenin kahrolası hüznü

Ve Serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü.

Yağmur çiseliyor.

 -Nazım Hikmet Ran

 

Homeros 

Homeros Antik Çağ'da yaşamış İyonyalı ozan. Batı edebiyatının ilk büyük eserleri kabul edilen İlyada ve Odysseia destanlarının yazarı veya derleyicisi olduğu kabul edilmektedir. Smyrna (İzmir) bölgesinde yaşamış olduğu sanılmaktadır. 

Yaşamı hakkında çok az bilgiye ulaşılabilen Homeros'un adı Antik Yunancada “köle” anlamına geliyordu. Kendi zamanından 4 asır önce varolmuş Miken uygarlığına dair olayları olağanüstü detaylı anlatması, Klasik Çağ yazarlarınca Truva Savaşı sırasında yaşadığı rivayetine sebep olmuştur.  İngiliz bilim adamı George Thomson Tarih öncesi Ege adlı eserinde yaptığı incelemeler sonucunda Homeros'un doğduğu yer olarak en yüksek olasılığın Sakız Adası olduğunu belirtir.Sonra ise diğer bir yüksek olasılık olan Smyrna'ya (bugünkü adıyla İzmir) vurgu yapar. Ancak gerçekte Homeros isimli bir şair yaşadıysa bile bu destanları yaratan veya derleyen tek bir ozan olmadığını düşünen araştırmacılar da vardır ki bu şüphenin sebebi İlyada ve Odysseia destanlarında kullanılan İon ve Aeolik diyalektlerin üslup farklılığıdır. Çoğu araştırmacı ise bu üslup değişikliğinin Homeros’un İlyada’yı gençliğinde Odysseia’yı ise yaşlılığında yazmasından kaynaklığına inanmaktadır. Hayatıyla ilgili bir başka rivayet ise kör olduğudur. 

Yazdığı destanlar Klasik Çağ Yunan Edebiyatı'nı ve Mitoloji'sini derinden etkilemiş ve bunların aracılığıyla da bütün batı edebiyatına etki etmiştir. İrlandalı yazar James Joyce'un Ulysses'i, İngiliz yazar Shakespeare'in Troilus ve Cressida'sı, Roma'lı şair Virgil'in Aeneid'i Homeros'un destanlarından derin izler taşıyan eserlerdendir. 

Antik dönem Anadolu ve Yunanistan'ında halk İlyada ve Odysseia'yı ezbere bilir, canlı bir ansiklopedi gibi içinde taşırdı. Askerlik, tıp, teknoloji, hukuk ve din bilgilerinin tamamının kaynağı bu kitaplardı. Homeros'un eserlerinin tarihi ve edebi değeri insanları iyi ve kötü olarak birbirinden net çizgilerle ayırmadan son derece gerçekçi ve kahramanların gerçek kişiliklerini derinliğine analiz etmesinden kaynaklanmaktadır.




15 Mayıs 2018 Salı

Tüm İyilikler Gökyüzünden Gelir / Bir Alman Atasözü (Jeder ist seines Glückes Schmied)


Cenneti cehennemi kimse görmedi gönül;

Söyle haydi kim geldi öte dünyadan gönül?

Umudumuz, korkumuz öyle bir şeyden ki,

Adından, sanından başka nesi belli gönül?

                                  -Hayyam

 

Ömer Hayyam bugün hayatta olsaydı, yaşadığımız çılgın dünya için şundan başka ne diyebilirdi?

 

Bu ömür kervanı bir tuhaf gelir gider

Kazancın, yaşamasını bildiğin günler

Saki, bırak şu yarını düşünenleri

Geçti gidiyor gece, geçmeden şarap ver.

-Hayyam

 

-------------------------

 


 

Hayko Cepkin - Kurtalan Ekspres - Yeni Bir Gün

 

----------------------------------

Titanik 14 Nisan 1912 gecesi Yeni Dünya'nın denizlerine gömüldüğünde, en seçkin kurbanı bir kitap olmuştu…" Bu sözler Lübnan kökenli Fransız yazar Amin Maalouf'un 1988'de yayımlanan tarihi romanı Semerkant'ta geçiyor.

Sözü edilen kitap, 11. yüzyıl bilginlerinden İranlı Ömer Hayyam'ın Rubaileri'ydi. Bu şiirlerin çok sayıda yazılı kopyası olsa da bu kitap yeganeydi. Maalouf'un romanında anlatılan da onun hikâyesiydi.




Tarık Bin Ziyad. Endülüs' ü fetheden Emevi komutanı. Cebelitarık Boğazı'na adı verilmiştir. Arapça'da "cebel" dağ demektir. Cebel-i Târık, "Tarık'ın dağı" anlamına gelmektedir.

7000 kişilik ordusu ile Cebelitarık Boğazı'nı geçen Tarık bin Ziyad İspanya'ya çıkar çıkmaz gemileri yaktırarak askerlerinin geri dönme umudunu kırdı. Askerlerine şu tarihi sözleri söyledi: “Arkanızda düşman gibi deniz, önünüzde deniz gibi düşman. Nereye kaçacaksınız? Vallahi sizin için ancak sadakat ve sabır kalmıştır. Düşmanın silahı, teçhizatı ve erzakı boldur. Sizin silah olarak ancak kılıçlarınız, erzak olarak da düşmanın elinden sahip olabileceğiniz vardır.”

 

-------------

Hz. İsa, Chuck Norris ve bir rahip, bir gölün üzerinde küçük bir tekneyle gidiyorlarken tekne su almaya başlamış. 

Bakmış tekne batacak, İsa hemen adımı atmış ve suyun üstünde yürümeye başlamış. Bunu gören Chuck Norris de

aynı şekilde dışarı atlayıp, suyun üstüne yürümeye başlamış. Yapacak bir şeyi kalmayan rahip de ellerini göğüs hizasında

birleştirmiş: "Tanrım, sen benim yardımcım ol!" diye dua etmiş ve aynı şekilde suya bırakmış kendini fakat anında

batmış ve yüzme bilmediğinden boğulmuş. 

 

Suçluluk duygusu hisseden İsa, Norris'e dönerek üzgün bir şekilde:

-Keşke ona (bastığımız) taşların nerede olduğunu söyleseydik demiş

Chuck kendisine şöyle cevap vermiş: 

"Hangi taşlar?"



Fransa'nın turnuvadan elenmesinin ardından Zidane milli takım kariyerine son verdiğini açıklasa da, daha sonra Raymond Domenech tarafından ikna edilerek 2005 yılının Eylül ayında milli takıma geri dönmüştü. Takım arkadaşı Thierry Henry, bu dönüşü şöyle yorumlamıştı: "Fransa'da herkes Tanrı'nın varlığının farkındadır. Zidane, Milli Takım'a geri döndü. Tanrı geri döndü... Söyleyecek başka bir şey yok."





-----------------------
Zizou
"Toz değil kül olmayı yeğlerim" Zidane muhtemelen jübilesi olacak final maçında kalsaydı muhtemelen bir gol daha atacak ve Fransa, futbol klişeleriyle söylersek, "kupayı kucaklayacaktı". Olmadı. Bence sağlık olsun! Velhasıl Zizou, ağır adımlarla soyunma odasına gitti ve bir daha da oradan çıkamadı. Doğal olarak tribünler ayağa kalktı, gürültü kıyamet.Gazeteler ertesi gün "bacısına küfredildi" dedi önce. Oysa Zizou'yu tanıyanlar, oyuncunun küfürlere karşı şerbetli olduğunu söylüyorlardı. Sonra çıkan söylentilere bakılırsa İtalyan Materazzi, Cezayir asıllı Zidane'a "terörist" demişti. Terörist! Zinedine Zidane, futbol dünyasındaki ismiyle "Zizou", Dünya Kupası final maçında İtalyan oyuncu Materazzi'nin göğsüne kafa attı. Materazzi yere düştü. Yardımcı hakemlerden biri olayı gördü, oyun durdu. Hakemlerin istişaresinin ardından Arjantinli hakem koştu geldi, doğal olarak kırmızı kart gösterdi. Fransa Milli Takımı'nın çoğu siyahlardan, azınlıklardan oluşuyor, çoğu Paris'in arka sokaklarında arabaları yakan çocuklarla aynı yerden geliyor. Mavi'ler adına sahaya çıkanlar varoş çocuğu yani. Tıpkı Zizou gibi. Babası küçükken ona "Göçmensen iki kat daha fazla çalışman gerekir" dediği için hep çok çalışkan olmak zorunda kalan Zidane Marsilya'nın azınlıklar için çok belalı olan sokaklarından geliyor. Hayatını okuduğunda görüyorsunuz ki, hep başarılı olmak zorunda kalmış. Şimdi 34 yaşında. Yani profesyonel futbola başladığı ve ilk büyük başarısını aldığı 16 yaşından beri, tam 18 yıldır durmadan çalışmış Zizou. Avrupa'nın en pahalı futbolcusu olmuş. Tek derdi sokakların kendisine biçtiği kaderi ya da kederi yenmek olan bu adam, en sonunda, tam futbolu bırakacakken, belki de Fransa'ya kupayı kazandıracakken, yani tam şeytanın bacağını kıracakken... En beklenmedik anda çıkar insanın karşısına eski yaraları. Ve eski yaralar, eski usullerle tedavi edilir. Zengin çocukları gelip tam onları yenecekken sen, "haddini bildirirler" sana, kapıcı çocuğu olduğunu hatırlatırlar. İşte o anda iki seçenek vardır. Ya toz olursun ya kül. Şöyle ki... "Terörist" takımı! Herkes Zizou'yu eleştirdi, "şeytana uydu" dediler, "Yapmasaydı büyük adam olurdu" dediler. Ben şahsen tebrik etmek istiyorum kendisini. Çünkü bir yerden sonra oyunun büyüklüğü, alacağın payelerin parıltısı, durumun sana yüklediği zorunluluklar, sonunda elde edeceğin kupanın pahası, "uygunsuz" davranışlarının yol açacağı ayıplamalar o kadar da önemli değildir. Sen bir arka sokak çocuğusundur ve geldiğin yere küfredilirse kafayı atarsın. Sokaklar böyledir; kül olmayı seçersin. Hayatta kalmayı değil, olduğun gibi var olmayı seçersin. Yoksa zengin, apartman çocuklarına benzedim diye havaya girersen, orada kalmak için geldiğin yerden gelmemiş gibi yaparsan ufalanıp ufalanıp toz olursun. Belki madalyalar, kupalar verirler sana ama geceleri yatakta dönüp durursun. "Niye kafa atmadım?" diye kendini yer durur, kendine ettiğin bu ihanetin altında ezilip ufalanıp, dedim ya, toz olursun. Ve bence, insan dediğin ufalanıp toz olacağına yanıp kül olsun. Var olmak için sürüngenler gibi hayata, zamana tutunup, yapışıp kalacağına, savrulsun, yaşasın. Velhasıl, Zizou'nun kafasına sağlık! Sevgili, çalışkan varoş çocuğu...
Ece TEMELKURAN-12 Temmuz 2006
KRİTON CURİ


MÖSYÖ RÖNE

Ateş olsa cürmü kadar yer yakar” hiç de gerçekçi bir deyiş değildir. Tersine, bir mıh bir nal, bir nal bir at, bir at bir atlı, bir atlı bir savaş, bir savaş bir vatan kurtarabilir. Hayatın ta kendisi gibi...





istiklal savaşı gençleriyiz biz
tarihe koç türkler diye şan verdik
yurdumuza düşman çiğnetmeyiz biz
ulu gazimize imtihan verdik


haykırdı yılmaz türkler
yine patlayan toplar
şahit o günler
kılıçtan kılıçtan süzülen kanlar


istiklal savaşı tipide karda
kartallar avladık sakaryalar’da
sakarya önünde dumlupınar’da
ulu gazimize imtihan verdik







13 Mayıs 2018 Pazar

Bilge her şeyi bilmez, sadece ahmaklar her şeyi bilir - Bir afrika atasözü


BİR RENKLİ ÖZLEM

 

İster yeşil gel bana, ister mavi, ister beyaz

Değişmez

Ama siyah gelme

 

Gelirsen eğer

Bir yaz yeli gibi gelebilirsin

Bir elinde bir dal reyhanla

 

Bir gün uç gel

Bir keklik misali

 

Çık gel bir gün habersiz

Gel

Ve bir daha gitme

 

Yüzün karışıyor gözlerimde

Kulaklarımda sesin

 

Süzül gel

Bir bahar güneşinde

Biraz portakal rengi karıştır gelişine

Biraz leylak kokusu

Özledim

 

-Şevket YÜCEL

 

 

FORSA

 

Var belki kaçmalarda o belirsiz

Kendine sürgün kılmak kendini

Okları uzaya salarak

Sonra

Aramak izdüşümlerini.

 

Kaygı kulağıma çığlık savuran

Çıkmazlarda kesin buyruk - DUR

Önce bir majiskül , devamı susku

Damarda açan gül kurur.

 

Büyük el kumar açar

Akşam - sürerek hüznünü ortaya

Sen açık denizlerde umut feneri

Ben yaralı gemide FORSA

 

-Türkan iLDENiZ

 

-----------------------------

 

 


 

 


 

 

--------------------






 

Ne tuhaf, mutlu insanların böylesi bir güzelliği görmemesi. Yalnız mutsuz insanlar bilirler gün doğmadan hemen önce denizin aldığı rengi.

 

İnsan yeri gelir kendi gölgesinden bile kurtulur da vicdanından kurtulamaz be abi.

 

Umudun bittiği yerde çaresizlik başlıyor. Dört duvar arasına sığmayan, nefes almanı bile zorlaştıran bir çaresizlik.

 

Kafeden içeri girdi, cam kenarında bir masaya oturdu. Öyle alelade oturmak değil bu, sanki dünyanın su terazisi yamuktu da o oturunca dengelendi.

 

Belki başka bi’ zaman, başka bi’ yerde. Sonuçta yarım kalan her şey tamamlanmaya muhtaçtır.

 

Biz böyleyiz işte. Daha maça başlamadan galibiyet turu atarız. Kazanacağımızdan emin olduğumuz için değil. Olur da yenilirsek hevesimiz kursağımızda kalmasın diye.

 

------------------------------

Süleyman Demirel, ''Genelevleri kapatalım da, millet bizi mi sevsin?" diyeli 54 yıl oldu.

 

Ecevit, bir mitingde "bu düzen değişecek" deyince bir vatandaş "düzen hayatından memnun, düzülen ne zaman değişecek?" diyeli 27 yıl oldu.

 

Tansu Çiller, "Cenabı Allah'ı size emanet ediyorum!" diyerek miting alanındakilere büyük bir sorumluluk yükleyeli 21 yıl oldu.

 

---------------------------