" BEN BİR insanım
KATLAMAYIN
SARMAYIN
BOZMAYIN"
kRoPoTkIn
KATLAMAYIN
SARMAYIN
BOZMAYIN"
kRoPoTkIn
"Benim
sürdürmek zorunda olduğum hiçbir alışkanlığım yok... en sevdiğim yemekler
listesi diye bir şeyim bile yok... benim için başlıca amaç, diğer insanlara
hayatın izin verdiği kadar yakın olmaktır. Bundan başka hiçbir şey beni pek
heyecanlandırmaz... Hiçbir şey de içimde bundan çok ilgi uyandırmaz."
-Jerzy Kosinski
Charles Manson 1969'da Roman
Polanski'nin evini basip öldürme emrini verdiğinde ve sekiz kisi telef
olduğunda, Kosinski New York JFK havaalaninda yanliş etiketlenmiş bavuluyla
ugraşmaktadır. Yoksa o da davetlidir ayni akşam, arkadaşlarıdır hep
öldürülenler. o gece kurtulmuş, üstüne bir yirmi yıl daha yaşayıp intihar etmiştir.
Kosinski
3 Mayıs 1991 günü intihar etti. İntihar öncesi yazdığı ayrılma notunda
"Her zamankinden daha uzun bir süre uyuyacağım. Buna sonsuzluk
deyin." yazıyordu.
Ölümü
kitaplarindan daha ürpertici ve kudretli olan yazar; karisi ile tv izlerken
banyoya gidip kafasina naylon torba gecirip baglayarak intihar etmistir.
İntihar öncesi son aperatifi yüksek dozda yatıştırıcı ve rum n coke’tur.
Hayatla
kavga etmis, ondan dayak yemis, sonra da sasali bir dansa kaldirip muzik
bitince terk edip gitmistir. Gercek bir the man who sold the world'dur.
Ürkütücüdür ama
hayat da biraz öyle değil midir?
Deseni oluşturan
bir parçaysan zor olur bütünü görebilmek derler. Günler uzuyor. Daha az
uyuyunuz.
-Aşk mezhebinde her şey AŞK'a kurbandır...( Hz.MEVLANA )
"bir atasözü, gece
bütün kedilerin kara olduğunu söyler. insanlar için doğru değildir bu. tersine,
gündüz hep aynı işleri yapıp birbirine benzeyen insanlar, gece olunca
tanınmazlar. gölgelerin sokaklarda kaydığı görülür, karanlıktan çıkıp sinek
gibi, bir fenerden öbürüne zıplarlar. arada bir de durup şişeyi dikiverirler.
kapıların girintisinde daracık etekli, göğsü açık kadınlar onları bekler.
adamlar, sallanarak yaklaşırlar kadınlara, sonra birlikte karanlıklara gömülür,
kaybolurlar. parktaki cılız ağaçların arasında kucaklaşan çiftlerin iniltisi
gelir. boş evlerin yıkıntılarında karanlıkta sokağa çıkacak kadar çılgın
kızların ırzına geçilir. lastikleri ıslık çalarak uzaklaşan bir cankurtaranın
canavar düdüğü duyulur arada. bir meyhaneden alevler yükselir, camlar büyük bir
şangırtıyla dökülür yere."
(boyalı kuş'tan)
"Being there”
romanının filmi de çekilmiştir. Başorllerde Peter Sellers, Shirley MacLaine
oynamıştır. Peter Sellers’i Pembe Panter filmlerindeki Müfettiş Clouseau
karakteriyle de tanıyoruz. Pembe Panter’de hizmetçisi Kato ile enfes dövüş
sahneleri vardır.
"Being there"
İngilizce'de "Doğru zamanda doğru yerde bulunmak" anlamına gelen bir
deyimdir.
Chance (Peter Sellers)
kendini bildi bileli Washington'da bir zengin evinin bahçıvanlığını yapan orta
yaşlı, saf ve biraz da zeka özürlü bir adamdır. Bütün ömrünü bu malikânenin
bahçesinde kendisine ayrılmış bir odada geçiren Chance'in dış dünya ile hiç
teması olmamıştır. Dış dünya hakkında bildiği her şey patronunun kendisine
verdiği televizyondan seyrederek öğrendiklerinden ibarettir. Temasta bulunduğu
diğer bir kişi de yemeklerini yapan ve ona bir çocuk gibi bakan siyahi
hizmetçidir. Bir gün hamisi olan yaşlı milyoner ölünce kendisini birdenbire
gerçek dünyanın içinde bulur. Patronunun kendisine vermiş olduğu eski takım
elbisesini de giyerek şehrin kendisine çok yabancı olan sokaklarına dalar. Bu
şık ama eski moda elbiseler içinde, başında fötr şapkası elinde bavulu ve
şemsiyesi ile amaçsızca gezinirken kendisine bir limuzin çarpar. Limuzinde
politik olarak da çok etkili zengin bir iş adamı olan Benjamin Rand (Melvyn
Douglas)'ın eşi Eve Rand (Shirley MacLaine) vardır. Sadece ayağı incinmiş olan
Chance'i tedavi ettirmek üzere köşklerine davet eder. Ev sahibi Benjamin Rand
ölümcül bir kan hastalığı nedeni ile evde yoğun bakım altında olduğu için zaten
evin bir bölümü küçük bir hastane görünümündedir. Burada özel doktorların
bakımı altına giren Chance'in misafirliği daha da uzayacaktır. Hayatında hiç
alkol almamış olan Chance yemekte ikram edilen içkinin tesiri ile kim olduğu
sorulduğu zaman "Bahçıvan Chance" (Chance the Gardener) diyeceğine
dili sürçer ve "Chauncey Gardiner" der (Bu politikacılara yakışan
fiyakalı bir isimdir). Çok az konuşan ve monoton bir uslupta genellikle bahçe
ve bahçıvanlıkla ilgili sözleri televizyondan kaptığı bazı ifadelerle
harmanlayarak sarfeden bu saf insanın söylediklerinin altında derin anlamlar ve
büyük bir bilgelik yattığını zanneden Rand onu kanatlarının altına almaya karar
verir. Washington sosyetesinde ve politik çevrelerde çok etkili ve söz sahibi
bir insan olan Rand, Chance'i ABD başkanı (Jack Warden) 'yla bile tanıştırır.
Başkan da Chance'in bir bahçenin mevsimlere göre gösterdiği değişiklikleri
tasvirini ekonomik ve politik bir tavsiye olarak yorumlar. Bundan sonra da
Washington sosyetesinde hızla üst basamaklara tırmanarak yine televizyon ve
basının da yardımı ile ülke çapında popüler olur. Sıkça katıldığı talk
show'larda sarfettiği abuk subuk aforizmalar etkisini gösterir ve yapılan
anketlerde Amerikan kamuoyunda "bilgeliğin gösterişsiz ve saf yeni temsilcisi"
olarak kabul gördüğü anlaşılır. Bu arada Chance'in gerçek kişiliğini çözebilen
tek kişi Dr. Robert Allenby (Richard Dysart)'dir, ama onun da kimseyi ikna
edecek durumu yoktur. Chance'den çok etkilenmiş olan Rand ölünce mirasından ona
da bir pay ayırır. Cenazeden sonra ABD başkanının da aralarında bulunduğu
etkili politik grup bir dahaki seçimlerde Chance'i başkan adayı göstermeyi
uygun görürler, ancak bu arada Chance malikanenin bahçesindeki yapay gölün
yüzeyinde İsa benzeri bir şekilde suya batmadan yürüyerek uzaklaşır gider.
Nirvana
- The Man Who Sold The World
We passed upon the
stare
We spoke of was and
when
Although I wasn't
there
He said I was his
friend which came as a surprise
I spoke into his eyes
I thought you died
alone
A long long time ago
Oh no, not me
We never lost control
You're face to face
with The Man Who Sold The World
I laughed and shook
his hand
And made my way back
home
I searched for form
and land
For years and years I
roamed
I gazed a gazeless
stare at all the millions here
I must have died
alone (Alt: I must have died along)
A long, long time ago
Who knows? Not me
We never lost control
You're face to face
with the Man who Sold the World
|
Bakışlarımızı
kaçırdık
Ne olduğu ve ne zaman
olduğu hakkında konuştuk
Orda olmadığım halde
Şaşırtıcı gelen;
arkadaşı olduğumu söyledi
Gözlerinin içine
konuştum
Senin yalnız öldüğünü
düşündüm
Uzun çok uzun zaman
önce
Hayır ben değil
Biz asla kontrolü
kaybetmedik
Dünyayı satan adamla yüz yüzesin
Güldüm ve onun elini
sıktım
Ve eve dönüş yoluna
koyuldum
Her yeri aradım
Yıllarca dolaştm
Buradaki bütün
insanlara dik dik baktım
Yalnız ölmüş olmalıyım
Uzun çok uzun zaman
önce
Kim bilir? Ben değil
Biz asla kontrolü
kaybetmedik
Dünyayı satan adamla
yüz yüzesin
|
EĞER
Eğer,
bütün etrafındakiler panik içine düştüğü ve bunun sebebini senden bildikleri
zaman sen başını dik tutabilir ve sağduyunu kaybetmezsen;
Eğer sana kimse güvenmezken sen kendine güvenir ve
onların güvenmemesini de haklı görebilirsen;
Eğer beklemesini bilir ve beklemekten de yorulmazsan
veya hakkında yalan söylenir de sen yalanla iş
görmezsen,
ya da senden nefret edilir de kendini nefrete
kaptırmazsan,
bütün bunlarla beraber ne çok iyi ne de çok akıllı
görünmezsen;
Eğer hayal edebilir de hayallerine esir olmazsan,
Eğer düşünebilip de düşüncelerini amaç edinebilirsen,
Eğer zafer ve yenilgi ile karşılaşır ve bu iki
hokkabaza aynı şekilde davranabilirsen;
Eğer ağzından çıkan bir gerçeğin bazı alçaklar
tarafından
ahmaklara tuzak kurmak için eğilip bükülmesine
katlanabilirsen, ya da ömrünü verdiğin şeylerin bir gün başına yıkıldığını
görür ve eğilip yıpranmış aletlerle onları yeniden yapabilirsen;
Eğer bütün kazancını bir yığın yapabilir ve yazı-tura
oyununda hepsini tehlikeye atabilirsen; ve kaybedip yeniden başlayabilir ve
kaybın hakkında bir kerecik olsun bir şey söylemezsen;
Eğer kalp, sinir ve kasların eskidikten çok sonra bile
işine yaramaya zorlayabilirsen ve kendinde 'dayan'
diyen bir iradeden başka bir güç kalmadığı zaman dayanabilirsen;
Eğer kalabalıklarda konuşup onurunu koruyabilirsen,
ya da krallarla gezip karakterini kaybetmezsen;
Eğer ne düşmanların ne de sevgili dostların seni
incitmezse;
Eğer aşırıya kaçmadan tüm insanları sevebilirsen;
Eğer bir daha dönmeyecek olan dakikayı,
altmış saniyede koşarak doldurabilirsen;
Yeryüzü ve üstündekiler senindir
Ve dahası
sen
bir İNSAN olursun oğlum...
Rudyard
Kipling
|
If—
BY
RUDYARD KIPLING
If you
can keep your head when all about you
Are losing theirs and blaming it on
you,
If you
can trust yourself when all men doubt you,
But make allowance for their doubting
too;
If you
can wait and not be tired by waiting,
Or being lied about, don’t deal in lies,
Or
being hated, don’t give way to hating,
And yet don’t look too good, nor talk too
wise:
If you
can dream—and not make dreams your master;
If you can think—and not make thoughts
your aim;
If you
can meet with Triumph and Disaster
And treat those two impostors just the
same;
If you
can bear to hear the truth you’ve spoken
Twisted by knaves to make a trap for
fools,
Or
watch the things you gave your life to, broken,
And stoop and build ’em up with worn-out
tools:
If you
can make one heap of all your winnings
And risk it on one turn of
pitch-and-toss,
And
lose, and start again at your beginnings
And never breathe a word about your loss;
If you
can force your heart and nerve and sinew
To serve your turn long after they are
gone,
And so
hold on when there is nothing in you
Except the Will which says to them: ‘Hold
on!’
If you
can talk with crowds and keep your virtue,
Or walk with Kings—nor lose the common
touch,
If
neither foes nor loving friends can hurt you,
If all men count with you, but none too
much;
If you
can fill the unforgiving minute
With sixty seconds’ worth of distance
run,
Yours
is the Earth and everything that’s in it,
And—which is more—you’ll be a Man, my
son!
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder