1 Şubat 2018 Perşembe

Aşk mezhebinde her şey AŞK'a kurbandır...

" BEN BİR insanım
KATLAMAYIN
SARMAYIN
BOZMAYIN"
kRoPoTkIn

"Benim sürdürmek zorunda olduğum hiçbir alışkanlığım yok... en sevdiğim yemekler listesi diye bir şeyim bile yok... benim için başlıca amaç, diğer insanlara hayatın izin verdiği kadar yakın olmaktır. Bundan başka hiçbir şey beni pek heyecanlandırmaz... Hiçbir şey de içimde bundan çok ilgi uyandırmaz." -Jerzy Kosinski

Charles Manson 1969'da Roman Polanski'nin evini basip öldürme emrini verdiğinde ve sekiz kisi telef olduğunda, Kosinski New York JFK havaalaninda yanliş etiketlenmiş bavuluyla ugraşmaktadır. Yoksa o da davetlidir ayni akşam, arkadaşlarıdır hep öldürülenler. o gece kurtulmuş, üstüne bir yirmi yıl daha yaşayıp intihar etmiştir.

Kosinski 3 Mayıs 1991 günü intihar etti. İntihar öncesi yazdığı ayrılma notunda "Her zamankinden daha uzun bir süre uyuyacağım. Buna sonsuzluk deyin." yazıyordu.
Ölümü kitaplarindan daha ürpertici ve kudretli olan yazar; karisi ile tv izlerken banyoya gidip kafasina naylon torba gecirip baglayarak intihar etmistir. İntihar öncesi son aperatifi yüksek dozda yatıştırıcı ve rum n coke’tur.
Hayatla kavga etmis, ondan dayak yemis, sonra da sasali bir dansa kaldirip muzik bitince terk edip gitmistir. Gercek bir the man who sold the world'dur.
Ürkütücüdür ama hayat da biraz öyle değil midir?
Deseni oluşturan bir parçaysan zor olur bütünü görebilmek derler. Günler uzuyor. Daha az uyuyunuz.

-Aşk mezhebinde her şey AŞK'a kurbandır...( Hz.MEVLANA )

"bir atasözü, gece bütün kedilerin kara olduğunu söyler. insanlar için doğru değildir bu. tersine, gündüz hep aynı işleri yapıp birbirine benzeyen insanlar, gece olunca tanınmazlar. gölgelerin sokaklarda kaydığı görülür, karanlıktan çıkıp sinek gibi, bir fenerden öbürüne zıplarlar. arada bir de durup şişeyi dikiverirler. kapıların girintisinde daracık etekli, göğsü açık kadınlar onları bekler. adamlar, sallanarak yaklaşırlar kadınlara, sonra birlikte karanlıklara gömülür, kaybolurlar. parktaki cılız ağaçların arasında kucaklaşan çiftlerin iniltisi gelir. boş evlerin yıkıntılarında karanlıkta sokağa çıkacak kadar çılgın kızların ırzına geçilir. lastikleri ıslık çalarak uzaklaşan bir cankurtaranın canavar düdüğü duyulur arada. bir meyhaneden alevler yükselir, camlar büyük bir şangırtıyla dökülür yere."
(boyalı kuş'tan)
"Being there” romanının filmi de çekilmiştir. Başorllerde Peter Sellers, Shirley MacLaine oynamıştır. Peter Sellers’i Pembe Panter filmlerindeki Müfettiş Clouseau karakteriyle de tanıyoruz. Pembe Panter’de hizmetçisi Kato ile enfes dövüş sahneleri vardır.

"Being there" İngilizce'de "Doğru zamanda doğru yerde bulunmak" anlamına gelen bir deyimdir.

Chance (Peter Sellers) kendini bildi bileli Washington'da bir zengin evinin bahçıvanlığını yapan orta yaşlı, saf ve biraz da zeka özürlü bir adamdır. Bütün ömrünü bu malikânenin bahçesinde kendisine ayrılmış bir odada geçiren Chance'in dış dünya ile hiç teması olmamıştır. Dış dünya hakkında bildiği her şey patronunun kendisine verdiği televizyondan seyrederek öğrendiklerinden ibarettir. Temasta bulunduğu diğer bir kişi de yemeklerini yapan ve ona bir çocuk gibi bakan siyahi hizmetçidir. Bir gün hamisi olan yaşlı milyoner ölünce kendisini birdenbire gerçek dünyanın içinde bulur. Patronunun kendisine vermiş olduğu eski takım elbisesini de giyerek şehrin kendisine çok yabancı olan sokaklarına dalar. Bu şık ama eski moda elbiseler içinde, başında fötr şapkası elinde bavulu ve şemsiyesi ile amaçsızca gezinirken kendisine bir limuzin çarpar. Limuzinde politik olarak da çok etkili zengin bir iş adamı olan Benjamin Rand (Melvyn Douglas)'ın eşi Eve Rand (Shirley MacLaine) vardır. Sadece ayağı incinmiş olan Chance'i tedavi ettirmek üzere köşklerine davet eder. Ev sahibi Benjamin Rand ölümcül bir kan hastalığı nedeni ile evde yoğun bakım altında olduğu için zaten evin bir bölümü küçük bir hastane görünümündedir. Burada özel doktorların bakımı altına giren Chance'in misafirliği daha da uzayacaktır. Hayatında hiç alkol almamış olan Chance yemekte ikram edilen içkinin tesiri ile kim olduğu sorulduğu zaman "Bahçıvan Chance" (Chance the Gardener) diyeceğine dili sürçer ve "Chauncey Gardiner" der (Bu politikacılara yakışan fiyakalı bir isimdir). Çok az konuşan ve monoton bir uslupta genellikle bahçe ve bahçıvanlıkla ilgili sözleri televizyondan kaptığı bazı ifadelerle harmanlayarak sarfeden bu saf insanın söylediklerinin altında derin anlamlar ve büyük bir bilgelik yattığını zanneden Rand onu kanatlarının altına almaya karar verir. Washington sosyetesinde ve politik çevrelerde çok etkili ve söz sahibi bir insan olan Rand, Chance'i ABD başkanı (Jack Warden) 'yla bile tanıştırır. Başkan da Chance'in bir bahçenin mevsimlere göre gösterdiği değişiklikleri tasvirini ekonomik ve politik bir tavsiye olarak yorumlar. Bundan sonra da Washington sosyetesinde hızla üst basamaklara tırmanarak yine televizyon ve basının da yardımı ile ülke çapında popüler olur. Sıkça katıldığı talk show'larda sarfettiği abuk subuk aforizmalar etkisini gösterir ve yapılan anketlerde Amerikan kamuoyunda "bilgeliğin gösterişsiz ve saf yeni temsilcisi" olarak kabul gördüğü anlaşılır. Bu arada Chance'in gerçek kişiliğini çözebilen tek kişi Dr. Robert Allenby (Richard Dysart)'dir, ama onun da kimseyi ikna edecek durumu yoktur. Chance'den çok etkilenmiş olan Rand ölünce mirasından ona da bir pay ayırır. Cenazeden sonra ABD başkanının da aralarında bulunduğu etkili politik grup bir dahaki seçimlerde Chance'i başkan adayı göstermeyi uygun görürler, ancak bu arada Chance malikanenin bahçesindeki yapay gölün yüzeyinde İsa benzeri bir şekilde suya batmadan yürüyerek uzaklaşır gider.


Nirvana - The Man Who Sold The World
We passed upon the stare
We spoke of was and when

Although I wasn't there
He said I was his friend which came as a surprise
I spoke into his eyes
I thought you died alone
A long long time ago
Oh no, not me
We never lost control
You're face to face with The Man Who Sold The World
I laughed and shook his hand
And made my way back home
I searched for form and land
For years and years I roamed
I gazed a gazeless stare at all the millions here
I must have died alone (Alt: I must have died along)
A long, long time ago
Who knows? Not me
We never lost control
You're face to face with the Man who Sold the World
Bakışlarımızı kaçırdık
Ne olduğu ve ne zaman olduğu hakkında konuştuk
Orda olmadığım halde
Şaşırtıcı gelen; arkadaşı olduğumu söyledi

Gözlerinin içine konuştum
Senin yalnız öldüğünü düşündüm
Uzun çok uzun zaman önce
Hayır ben değil
Biz asla kontrolü kaybetmedik
Dünyayı satan adamla yüz yüzesin

Güldüm ve onun elini sıktım
Ve eve dönüş yoluna koyuldum
Her yeri aradım
Yıllarca dolaştm
Buradaki bütün insanlara dik dik baktım
Yalnız ölmüş olmalıyım

Uzun çok uzun zaman önce
Kim bilir? Ben değil
Biz asla kontrolü kaybetmedik
Dünyayı satan adamla yüz yüzesin




EĞER

Eğer, bütün etrafındakiler panik içine düştüğü ve bunun sebebini senden bildikleri zaman sen başını dik tutabilir ve sağduyunu kaybetmezsen;

Eğer sana kimse güvenmezken sen kendine güvenir ve onların güvenmemesini de haklı görebilirsen;

Eğer beklemesini bilir ve beklemekten de yorulmazsan
veya hakkında yalan söylenir de sen yalanla iş görmezsen,
ya da senden nefret edilir de kendini nefrete kaptırmazsan,
bütün bunlarla beraber ne çok iyi ne de çok akıllı görünmezsen;

Eğer hayal edebilir de hayallerine esir olmazsan,

Eğer düşünebilip de düşüncelerini amaç edinebilirsen,

Eğer zafer ve yenilgi ile karşılaşır ve bu iki hokkabaza aynı şekilde davranabilirsen;

Eğer ağzından çıkan bir gerçeğin bazı alçaklar tarafından
ahmaklara tuzak kurmak için eğilip bükülmesine katlanabilirsen, ya da ömrünü verdiğin şeylerin bir gün başına yıkıldığını görür ve eğilip yıpranmış aletlerle onları yeniden yapabilirsen;

Eğer bütün kazancını bir yığın yapabilir ve yazı-tura oyununda hepsini tehlikeye atabilirsen; ve kaybedip yeniden başlayabilir ve kaybın hakkında bir kerecik olsun bir şey söylemezsen;

Eğer kalp, sinir ve kasların eskidikten çok sonra bile
işine yaramaya zorlayabilirsen ve kendinde 'dayan' diyen bir iradeden başka bir güç kalmadığı zaman dayanabilirsen;

Eğer kalabalıklarda konuşup onurunu koruyabilirsen,
ya da krallarla gezip karakterini kaybetmezsen;

Eğer ne düşmanların ne de sevgili dostların seni incitmezse;

Eğer aşırıya kaçmadan tüm insanları sevebilirsen;

Eğer bir daha dönmeyecek olan dakikayı,
altmış saniyede koşarak doldurabilirsen;

Yeryüzü ve üstündekiler senindir
Ve dahası

sen bir İNSAN olursun oğlum...

Rudyard Kipling
If— 
BY RUDYARD KIPLING
If you can keep your head when all about you  
    Are losing theirs and blaming it on you,  
If you can trust yourself when all men doubt you,
    But make allowance for their doubting too;  
If you can wait and not be tired by waiting,
    Or being lied about, don’t deal in lies,
Or being hated, don’t give way to hating,
    And yet don’t look too good, nor talk too wise:
If you can dream—and not make dreams your master;  
    If you can think—and not make thoughts your aim;  
If you can meet with Triumph and Disaster
    And treat those two impostors just the same;  
If you can bear to hear the truth you’ve spoken
    Twisted by knaves to make a trap for fools,
Or watch the things you gave your life to, broken,
    And stoop and build ’em up with worn-out tools:
If you can make one heap of all your winnings
    And risk it on one turn of pitch-and-toss,
And lose, and start again at your beginnings
    And never breathe a word about your loss;
If you can force your heart and nerve and sinew
    To serve your turn long after they are gone,  
And so hold on when there is nothing in you
    Except the Will which says to them: ‘Hold on!’
If you can talk with crowds and keep your virtue,  
    Or walk with Kings—nor lose the common touch,
If neither foes nor loving friends can hurt you,
    If all men count with you, but none too much;
If you can fill the unforgiving minute
    With sixty seconds’ worth of distance run,  
Yours is the Earth and everything that’s in it,  
    And—which is more—you’ll be a Man, my son!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder