MAVİ TÜY
Gönülsüz Bir Mesihin Serüvenleri
Orijinal Adı: Illusions
Yazar: Richard Bach
1.
Kutsal Indiana topraklarında doğmuş, Fort
Wayne’in doğusundaki mistik tepelerde yetişmiş bir Usta gelmişti yeryüzüne.
2. Usta bu dünyayı Indiana’nın okullarında ve yetişkinliğinde de otomobil
tamirciliği mesleğinde öğrendi.
3. Ancak Usta başka ülkelerden, başka okullardan ve yaşadığı başka
yaşamlardan da çok şey öğrenmişti.Bunları hatırladı ve hatırlayınca da, akıllı
ve güçlü oldu, diğerleri onun gücünü gördüler ve kendisine akıl danışmaya
geldiler.
4. Usta kendine de bütün insanlığa da yardımcı olacak güce sahip olduğuna
inanıyordu ve buna inandığı için bu kendisi için geçerli oluyordu. Diğerleri
onun gücünü gördüler ve dertlerinden ve hastalıklarından kurtulmak için ona
geldiler.
5. Usta her insanın kendini Tanrı’nın oğlu olarak görmesinin doğru olduğuna
inanıyordu ve buna inandığı için de öyleydi. Çalıştığı garajlar, atölyeler onun
bilgeliğini, onun elinin temasını arayanlarla, dışarıdaki sokaklar sadece o
geçerken gölgesinin üstüne düşmesini ve böylece yaşamlarının değişmesini
isteyenlerle doldu.
6. Kalabalıklar yüzünden ustabaşılar ve dükkân sahipleri onun da
tamircilerin de otomobiller üzerinde çalışacak yer bulamadıkları için
aletlerini toplayıp başka bir yere gitmesini istediler.
7. Böylece o da kırlara gitti ve kendisini izleyenler ona Mesih, mucizeler
yaratan demeye başladılar; buna inandıkları için de öyle oldu.
8. O konuşurken bir fırtına kopsa, dinleyenlerden birinin başına bir damla
düşmüyor, gökler gürlese, yıldırımlar düşse bile kalabalığın en sonundakiler
sözlerini en öndeki kadar açık seçik duyuyorlardı. Ve onlarla hep mesellerle
konuşuyordu.
9. Ve Usta onlara dedi ki: “Her birimizin içinde sağlığa ve hastalığa,
zenginliklere ve yoksulluğa, özgürlüğe ve köleliğe rızamız yatar. Bunları
kontrol eden sadece bizleriz, başka biri değil.”
10. Bir değirmenci ortaya çıktı; “Senin için böyle konuşmak kolay, Usta,
çünkü sen bizim gibi değilsin, yönlendiriliyorsun ve bizler gibi çalışmak
zorunda değilsin. Bu dünyada insan yaşamak için çalışmak zorundadır.”
11. Usta dedi ki: “Bir zamanlar büyük bir billur ırmağın dibinde bir köy
dolusu yaratık yaşardı.
12. Genç ve yaşlı, zengin ve yoksul, iyi ve kötü hepsinin üzerinden
sessizce akar geçerdi ırmak. Sadece kendi billur varlığını bilir, kendi yolunda
giderdi.
13. Her yaratık kendi bildiğince ırmak dibinin köklerine ve taşlarına
tutunurdu, çünkü tutunmak onların yaşam biçimiydi ve doğuştan beri öğrendikleri
şey akıntıya direnmekti.
14. Ama sonunda bir yaratık şöyle dedi: ‘Ben tutunmaktan bıktım artık,
gözlerimle göremiyorsam da, ırmağın gittiği yeri bildiğine inanıyorum. Kendimi
bırakacağım, beni istediği yere götürsün. Burada asılı kalırsam sıkıntıdan
öleceğim artık.’
15. Öteki yaratıklar güldüler, ‘Aptal,’ dediler. ‘Hele bir bırak, o zaman
taptığın o akıntı seni kayalardan kayalara çarpar ve sıkıntıdan öleceğinden
daha çabuk ölür gidersin.’
16. Ama o onları dinlemedi ve derin bir soluk alarak kendini koyverdi. Aynı
anda akıntı kendisini kayalara çarptı.
17. Ancak yaratık bir daha tutunmayı reddedip de aradan bir zaman geçince
akıntı onu dipten kaldırdı ve ondan sonra bir yere çarpıp bir yanını incitmedi.
18. Irmağın aşağısında kendisine yabancı olan başka yaratıklar, ‘Bir mucize
bu!’ diye bağırdılar. ‘Bizim gibi bir yaratık, ama uçuyor işte! Bizleri
kurtarmaya gelen Mesih bu!’
19. Akıntıya kapılmış giden, ‘Ben sizden fazla Mesih değilim,’ dedi. ‘Irmak
bizleri özgürlüğümüze kavuşturmaktan zevk alıyor, eğer kendimizi koyvermeye
cesaret edebilirsek. Bizim gerçek işimiz bu yolculuktur, bu serüvendir.’
20. Ama onlar, ‘Kurtarıcı!’ diye daha çok bağırarak sıkı sıkı tutundular
kayalarına. Bir daha baktıklarında yaratık gitmişti ve onlara da artık sadece
bir Kurtarıcı efsanesi yaratmak kalmıştı.
21. Usta kalabalığın çevresinde her gün biraz daha arttığını gördü,
kendisine her zamankinden daha çok yaklaşıp kendilerini iyileştirmesini,
mucizeleriyle beslemesini, onlar için öğrenmesini, onların yaşamlarını
yaşamasını istediklerini görünce, bir gün tek başına bir dağ tepesine gidip dua
etti.
22. Ve kalbinde şöyle dedi: Ey Ebedi Parlak Olan, eğer istediğin buysa, bu
kadehi al elimden, bu imkânsız görevi bir yana bırakmama izin ver. Başka bir
insanın yaşamını yaşayamam, oysa on bin kişi benden yaşam bekliyor. Bunların
olmasına izin verdiğim için pişmanım. Eğer istersen beni bırak da motorlarıma
ve makinelerime döneyim ve başka insanlar gibi yaşayayım.
23. Ve dağın tepesinde bir ses duydu: Ne erkek ne kadın, ne yüksek ne
hafif, sonsuz derecede sevecen bir ses. Ve bu ses dedi ki: “Benim değil, senin
istediğin olacak, çünkü senin istediğin benim senin için istediğim şeydir. Öteki insanlar gibi sen de yoluna git ve yeryüzünde
mutlu ol.”
24. Usta bunu duyunca sevindi, teşekkür etti ve dağdan bir tamirci şarkısı
mırıldanarak indi. Kalabalık dertleriyle çevresini sarıp kendileri için
iyileştirmesini, kendileri için öğrenmesini, anlayışıyla kendilerini sürekli
beslemesini ve mucizeleriyle kendilerini eğlendirmesini istediğinde Usta
kalabalığa gülümsedi ve şöyle dedi: “Ben bu işi bırakıyorum.”
25. Kalabalık bir an şaşkınlıktan donakaldı.
26. Ve Usta onlara dedi ki: “Bir insan Tanrı’ya en çok istediği şeyin,
kendisine bedeli ne olursa olsun, ıstırap çeken dünyaya yardım etmek olduğunu
söylerse ve Tanrı da ona yanıt verip ne yapması gerektiğini söylerse, o insan
kendisine söyleneni yapmalı mıdır?”
27. “Elbette, Usta!” diye bağırdı kalabalık. “Tanrı istediği takdirde
cehennem azabı çekmek bile bir zevktir onun için!”
28. “Bu azap ne olsa da, bu görev ne kadar güç olsa da mı?”
29. “Tanrı istemişse asılmak bir şereftir, bir ağaca çivilenip yakılmak
insanı yüceltir,” dediler.
30. Usta kalabalığa “Tanrı sizin yüzünüze konuşsa ve YAŞADIĞIN SÜRECE
YERYÜZÜNDE MUTLU OLMANI EMREDİYORUM deseydi, o zaman ne yapardınız?” dedi.
31. Ve kalabalık sustu, öylece durdukları vadilerden, tepelerden tek ses
çıkmadı.
32. Ve Usta sessizliğe dedi ki: “Mutluluk yolumuzda bu yaşam için
seçtiğimiz bilgiyi bulacağız. Bugün ben bunu öğrendim ve şimdi sizi kendi
yolunuzda istediğiniz gibi yürümeye bırakmayı seçiyorum.” 33. Ve Usta
kalabalığın arasından geçerek kendi yoluna gitti, onları bırakıp kendi gündelik
insanlar ve makineler dünyasına döndü.
Donald Shimoda ile yaz ortasında karşılaştım. Dört yıllık uçuşum sırasında
benim yaptığım işi yapan başka bir pilot bulamamıştım. Ben rüzgârla birlikte
kasaba kasaba dolaşır, eski bir çift kanatlı uçakta on dakikası üç dolara adam
uçururdum. Bir gün Illinois’de Ferris’in hemen kuzeyinde Fleet’imin kokpitinden
aşağı baktığımda limon zümrüdü samanların arasına süzülür gibi inen altın
renkli ve beyaz bir yaşlı Travel Air 4000 gördüm. Benim özgür bir yaşantım
vardır, ama kimi zaman çok yalnızlık çektiğim de olur. Orada çift kanatlı uçağı
görünce bir an düşündüm, sonra yanına inmenin bir zararı olmayacağına karar
verdim. Gaz kolunu boşa alıp dümeni iyice kırınca Fleet ile yanlamasına yere
düşmeye başladık. Kanat telleri arasındaki rüzgârın o yumuşak ve keyifli sesi,
pervanesini çeviren yaşlı motorun pok-pokları. İnişi daha iyi izlemek için
gözlüklerin yukarıya itilmesi. Mısır başakları altımda hışırdayan yeşil
yapraklardan bir cangıl, bir çit ve sonra da göz alabildiğince uzanan yeni
biçilmiş otlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder