21 Şubat 2018 Çarşamba

Winter is coming / Angaralı kışı geçirir ama yediği ayazı unutmaz


"Hayat kısadır kuzucuklarım

Yine de uzundur kuzucuklarım"

 

Live and let live.
---------------------------------------

 


 

 

 

ahmet haşim’in, 3 eylül 1919 tarihinde, manisa milletvekili refik şevket beye gönderdiği mektuptur.

 

“sevgili refik,

 

ihtimal sana fazla yazıyorum. fakat ben bundan memnunum. bulunduğum noktalardan sana doğru uçurduğum bu mektuplarla pervaz-ı evraktan oluşmuş ve bütün mesafeler boyunca sürekli maddi ve manevi bir bağ ile kendimi sana bağlı tutmak istiyorum. iletişimimizin bu gidişatı seni bunaltıyor mu? geçen mektubumu niğde’den yazmış ve o mektubu gönderdikten sonra sancağın bütün kazalarını teftişe çıkmıştım. yirmi gün süren ve nice bağ ve bahçe safalarına rağmen ruhumda hiçbir hakikî lezzetin hatırasını bırakmayan bu devrenin sonunda bu ikinci mektubu gene niğde’den yazıyorum. gördüğüm anadolu hakkında bilmem sana ne yazayım?

öncelikle bu bölgede kimler yaşıyor? görülen harabelerin yapıcısı hangi cins yaratıktır? bunu, köy ve kasaba diye gördüğümüz renksiz harabe yığınlarına bakıp anlamak asla mümkün olmamıştır. anadolu köylüsünü sınıflandırmada karıncalar cinsine ithal etmeli fikrindeyim. gündüz ağaçsızlıktan dolayı müthiş bir güneş altında yanan ve gece en güzel yıldızlar altında bütün böceklerinin sonsuz sesleriyle uzanıp giden bu araziden herhangi saat geçilmiş olsa yalnız yiyeceğini tedarikle meşgul, “gıda” sabit fikirliliğiyle sersemleşmiş, neşesiz ve yorgun bir insaniyetin zor çalışma şartlarına tesadüf olunur. sanki cehennemî bir fırın karşısından yeni ayrılmış gibi yüzleri kıpkırmızı, dudakları çatlak, elleri kuruyup siyahlaşan bütün bu insanlar ya gıda maddesini biçmekle, ya onu taşımakla, ya onu savurmakla veyahut onu metharlarına doğru çekip götürmekle meşgul görünür. tıpkı karıncalar gibi, tıpkı karıncalar gibi…

 

fakat boğazlarının kârına olarak aklın bütün maharetlerini ret ve iptal eden bu adamların boğazı da memnun etmekten pek uzak bulundukları, en zenginlerinin evinde geçirilen bir gecenin sabahında, nefis bir yemek diye sofraya getirilen suyla pişmiş uğursuz bir fasulyanın barsaklarda sebep olduğu gazlar ve ıstıraplar ile uyanılıp da anlaşıldığı zaman, bu akılsız kardeşlerin maksatsız hayatına, boşa giden üstün gayretle çalışmalarına karşı derin bir elem duymamak mümkün değildir.

 

refik; ankara’da, almanya imparatorunun anadolu hastalıklarını tetkik etmek üzere gönderdiği bir tıp heyetinin bazı büyük rütbeli ileri gelenleriyle görüştüm. bunlar, bir seneden beri her gelen hastayı ücretsiz muayene etmek ve mümkün olduğu kadar incelemelerini sıhhatli kişiler üzerinde (mektep talebesi gibi) yapmak suretiyle şunu anlamışlardır ki, anadolu türklerinin karınları kurtlarla yüklü ve kanları bu kurtların salgıladığı parazitlerle dolu bulunuyor. cinsi, yakın bir yok olma ile tehdit eden bu hâlin sebebi neymiş bilir misin? beslenme eksikliği.

 

her ne kadar garip görünse de anadolu türkleri henüz ekmek yapımından bile habersizdirler. yedikleri mayasız bir yufkadır ki, ne olduğunu yiyenlerin midesine bir sormalı. istisnasız nakil araçları kağnıdır. ellerinde esir olan öküzler ve bu türden hayvanlar için en zalim düşüncelerin bile icâdından aciz kalabileceği -bununla beraber ağır, dar ve maksada gayr-ı salih bu âlet- hiç şüphe yok ki, taş devri keşfi ve aletlerindendir. kağnı bir araba değil, fakat, hayvana yapışıp onun hayat unsurlarına hortumunu sokan ve bu suretle kanını ve canını çeken bir canavardır. uzaktan görüldüğü zaman heyet-i umumiyesiyle bir arabadan ziyade büyük ve korkunç bir karafatma hissini veren tarihe âşina bir göz için üzerindeki uzun değneği ve ayakta duran arabacısıyla dara ve keyhüsrev devirlerine ait taşlar üstünde çizilmiş ilkel arabaları hatırlatan bu kağnıların boyunduruğu altında masum hayvanların çektiği azabı gördükçe, onu sevkeden sakin köylünün insanlar gibi bir ruhu olup olmadığından şüphe ettim.

 

anadoluluların becerikliliği ancak öküz tezeğini kullanmakta ve onu kullanılmaya uygun bir hâle sokmak için buldukları çarelerin çeşitliliğinde görülür. tezeğin bu adamlar nezdindeki kıymeti hayret vericidir. sürüler meraya çıkarken veyahut akşam şehre girerken kadın ve çocuk, gözleri nurlu bir noktaya cezp edilmiş gibi, öküz kıçlarından bir saniye dikkatlerini ayırmayarak ve yüzlerce rakipten geri kalmak korkusuyla seri adamlarla koşarak, öküz götünden düşen en ufak bok parçasını toplamak üzere dirseklerine kadar bulaşık elleri ve hırstan gözbebekleri fırlamış gözleriyle yere kapanırlar. bu boklar toplanır, sepetlere doldurulur, evlere cem ettirilir ve nihayet bir altın mayası yoğurur gibi, altın gerdanlıklı genç kadınlar beyaz kollarıyla onu yoğururlar ve muntazam yuvarlaklar hâline koyup kurumak üzere duvara yapıştırırlar. anadolu’nun duvarları bu öküz pislikleriyle sıvalıdır. bütün havalarında o hoş koku solunur. yemekleri, sütleri, ekmekleri hep tezek dumanının kokusuyla ele alınmaz bir hâldedir. eski mısırlılardan ziyade anadolular apis öküzüne hürmet etmeliydi. öküz, burada hayatının genelinin zenbereğidir.

 

evlerine gelince, onlar da öyle: duvarlar yontulmamış alelâde taşların, çalı çırpının, leylek yuvasında olduğu gibi, gelişigüzel dizilmesinden hasıl olmuştur. baca nedir, bilir misin? dibi kırık bir testi. kızılırmak civarında, büsbütün ev inşasından da feragat ederek, toprağın maddesel özelliğinden yararlanarak dağları oymakla vücuda getirdikleri mağaralar içinde kuşlar gibi yaşarlar. nevşehir’den yarım saat beride güvercinlik adında kovuklardan oluşan bir köy vardır ki, hakikaten ancak bir güvercinlik olmaya yakışan bir köydür. anadolu, külliyen temizlikten mahrumdur. sakallı celâl’in dediği gibi en nefis bir icatları olan yoğurt bile pislik mahsulünden başka bir şey değildir. kaynamış süte kirli bir demir parçası yahut eski bir gümüş para atılsa sütün derhal yoğurda dönüşeceğini sen de bilirsin.

 

anadolu, hemen bir uçtan bir uca firengilidir. anadoluların güzelliği de bozulmuştur. bir köy, bir kasaba veya bir şehrin kalabalığına bakılsa, şehrin kalabalığında o kadar topal, topalların o kadar çeşitlisi, o kadar cüce, kambur, kör ve çolak görülür ki, insan kendini eşyanın şeklini bozan dışbükey bir camla etrafa bakıyorum zanneder. bununla birlikte güzel oldukları zaman da güzelliklerinin emsalsiz olduğunu itiraf etmeli. siyah, derin ve titretici gözlerle insana bakan şalvarlı, düzgün ölçülü anadolu kadınları; sizleri nasıl unutacağım? gençleri, insanın bazen en mükemmel bir örneğini temsil ederler. fakat, bunlar, nadirlerdendir., refik.

 

anadolular hakkında sana daha çok yazacak şeyler varsa da mektuba gülünç bir makale süsü vermemek için bu konuyu burada kesiyorum. anadolu seyahati artık benim için nihayet buluyor demektir. bundan da üzgün değilim. … niğde teftişi son bulmuştur. iâşe heyet-i teftişiyesine girdiğim günden beri kazandırmış olduğum tutar iki bin liraya varmıştır. benim zararım ise pek çoktur. öncelikle sağlığım bozuldu. hayli keçi eti yedim. birçok da gereksiz masraflar ettim ve rahatımdan da birçok şey kaybettikten sonra yerimden de oldum. yakında, belki, üç gün sonra istanbul’a gidiyorum.''

 

ahmet haşim 3 eylül 1919

 

kaynak: güzel yazılar-mektuplar—türk dil kurumu yayınları(s.67–72) - o. karaveli, sakallı celâl, 5. baskı, 2004, pergamon yayınları, s. 45-46.

 

 

Kurt ile eşek tartışıyorlarmış.

Kurt: Çimen yeşildir.

Eşek: Çimen sarıdır.

Sonunda konuyu orman kralı aslana anlatmışlar.

Aslan kurta bir ay hapis cezası, eşeğe de özgürlük kararı vermiş.

Kurt şaşkınlıkla aslana yaklaşmış ve sormuş:

Hakikaten sen de çimeni sarı mı görüyorsun?

Aslan: Hayır çimen yeşildir.

Kurt: O halde neden bana 1 ay hapis cezası verdin?

Aslan: Eşekle tartıştığın için…
--------------------------



“Kurbağalar gökyüzünü kuyunun ağzı kadar sanır.”

Çin Atasözü

 


 Her an turk mudahalesi bekleyen mücahitlerin gözledigi türk savaş uçakları aylar geçer gelmez. Türkiyeden destek beklenildiğini bilen rum milislerde dalga geçmek için kendi siperlerinden mücahit siperlerine doğru bu şarkıyı söylerler.

"bekledin de gelmedi"

 

Bekledim de gelmedin
Sevdiğimi bilmedin
Gözyaşımı silmedin
Hiç mi beni sevmedin

Söyle, söyle hiç mi beni sevmedin

Bir öpücük ver bana
Yalvarıyorum sana
Beni kucaklasana
Kollarına alsana

Söyle, söyle hiç mi beni sevmedin

Beste / Güfte: Yesari Asım Arsoy
Makam: Nihavend 

Stelios Kazantzidis'in söylediği versiyonda ek olarak pek bilinmeyen üçüncü bir bölüm vardır. Onun aksanıyla üçüncü bölüm şöyledir;

istanbol gonağında,
bengi var yanağında.
bir öpucük ver bana,
yalvariyorum sana. 

Herkesin ortak kanısı olarak Stelios Kazantzidis yorumuyla, rakı bir araya geldiğinde ölümcül bir ikili oluştururlar. 

Türk tarafı ise gerçekte Kayahan’dan şu şarkıyı söylüyordu....

Gel vefasız, gel vicdansız
Çağırmazdım acil olmasa
Gel insafsız ah kitapsız
Yanıyorum arzularınla
Aynalarda gözyaşım var
Ağladıkça yangın çıkar gözyaşlarımdan
Aynalarda hatıralar
Dayanamam firar eder aklım başımdan 

Kıbrıs Barış Harekatında “bir gece ansızın gelebilirim” şarkıları eşliğinde üçgen bölgeye paraşütçülerimiz inmiştir...
Cesurum, Geldim, Aldım...
 
 
Aydın, aydınlanma, eski metinlerde “tenvir” denilir, cümle içinde şöyle: “tenvir buyurunuz” denildiğinde “aydınlatın açın açıklayın” anlamına gelir.
Orduda eskiden “tenvir tabancası” dahi vardı, “aydınlatma fişeği”...
Karanlık gecelerde ordu önünü görsün diye tenvir tabancası kullanılırdı.


------------------------


Sağlığınıza Angara Bebeleri...






Antremanı eksik etmeyin hayatınızdan...








“Hayat insanın yaşamı boyunca bir kez fotoğrafını çeker, sen sen ol o fotoğraf çekilirken gözlerin kapalı çıkmasın”


-Server Tanilli








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder