1 Şubat 2018 Perşembe

Serbest Çağrışım Mode On

Bizim kaderimiz değişmez: Şehirde işsiz, tarlada rençber, cephede asker…

“Her savaş alanının ardında ikinci bir savaş alanı vardır” -Rihani

Tıkandı Baba hikayesini dileyen okusun dileyen Heredot Cevdet abimizden dinlesin…

Akabinde ve detayında yaklaşın o zaman yamacımıza… Alemin kralları…

Bu arada patlatın çayları da içelim….



Zynga - An American Bulldog



Haftanın Diletisi:

Al Bano & Romina Power - Felicità

Happiness
is holding hands and going away together
happiness
is an innocent look, in the middle of a crowd
happiness
is staying close like children, happiness
happiness

happiness
is a pillow made of feather, the rivers' water
that flows
is the rain going down the roofs
happiness
is turning off the light so peace can rule
happiness
happiness

happiness
is a glass of wine and a sandwich
happiness
is leaving a note inside a drwaer
happiness
is singing together how much I like you
happiness, happiness

You can feel in the air
our love song that flies
like a thought that knows about happiness
You can feel in the air
a warmer ray of sun that flows
like a smile that knows about happiness

happiness
is a night with a surprising full moon
and the radio that is on
Is a 'happy birthday' card full of little hearts
happiness
is an unexpected call
happiness
happiness

Happiness
is a beach at night, the waves that hit the shore
happiness
is a hand full of love put on the heart
happiness
is waiting for the sunrise to do it all over again
happiness, happiness

You can feel in the air
our love song that flies
like a thought that knows about happiness
You can feel in the air
a warmer ray of sun that flows
like a smile that knows about happiness

You can feel in the air
our love song that flies
like a thought that knows about happiness
You can feel in the air
a warmer ray of sun that flows
like a smile that knows about happiness

Felicità
Felicità è tenersi per mano andare lontano
la felicità è il tuo squardo innocente in mezzo alla gente
la felicità è restare vicini come bambini
la felicità, felicità

Felicità è un cuscino di piume l'acqua del fiume che passa e va
è la pioggia che scende dietro le tende.
la felicità è abbassare la luce per fare pace
la felicità, felicità

Felicità è un bicchiere di vino con un panino
la felicità è lasciarti un biglietto dentro al cassetto
la felicità è cantare a due voci quanto mi piaci
la felicità, felicità

Ritornello:
Senti nell'aria c'è già
la nostra canzone d'amore che va
come un pensiero che sa di felicità.
Senti nell'aria c'è già
un raggio di sole più caldo che va
come un sorriso che sa di felicità.

Felicità è una sera a sorpresa la luce accesa e la radio che va
è un biglietto d'auguri pieno di cuori
la felicità è una telefonata non aspettata
la felicità, felicità

Felicità è una spiaggia di notte l'onda che batte
la felicità è una mano sul cuore piena d'amore
la felicità è aspettare l'aurora per fario ancora
la felicità, felicità

Ritornello:
Senti nell'aria c'è già
la nostra canzone d'amore che va
come un pensiero che sa di felicità.
Senti nell'aria c'è già
un raggio di sole più caldo che va
come un sorriso che sa di felicità.

Yaşadığımız günlük olaylar içinde en fazla eksikliğini çektiğimiz kavramların başında erdem geliyor. Tıpkı Eskiçağ filozofları gibi bugünkü ortamda da erdemi de sorgular ve arar hale geldik. Sokrates’in öğrencilerinden, Kinik Okulu’nun kurucusu Antisthenes (M.Ö. 440–366) 'e göre de yaşamda önemli olan erdemdi ve erdem de bilgelikle elde edilebilen kendi kendine yeterlilik durumuydu. Erdem (arate), ruhun sarsılmaz ilkesidir (Ataraxia). Erdem insanı özgür kılan biricik şeydir. Erdem ve mutluluk birdir. İnsanın mutlu olması için erdemden başka hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Erdem insanı dünyadaki değişimlerden bağımsız hale getirir. İnsanoğlu her tür gereksinimden kendini kurtararak, yalnızca kendi kendine dayanarak var olabilmelidir.


İyi alışkanlıklarımızı yapmaya devam ederken kötü alışkanlıklarımıza son verelim…

Sultan Mahmut kılık kıyafetini değiştirip dolaşmaya başlamış.Dolaşırken bir kahvehaneye girmiş oturmuş. Herkes bir şeyler istiyor.
-Tıkandı baba, çay getir
-Tıkandı baba, oralet getir.
Bu durum Sultan Mahmut'un dikkatini çekmiş.
-Hele baba anlat bakalım, nedir bu Tıkandı baba meselesi?
-Uzun mesele evlat, demiş Tıkandı baba
-Anlat baba anlat merak ettim deyip çekmiş sandalyeyi.
Tıkandı baba da peki deyip başlamış anlatmaya;
-Bir gece rüyamda birçok insan gördüm ve her birinin bir çeşmesi vardı ve hepsi de akıyordu. Benimki de akıyordu ama az akıyordu. "Benimki de onlarınki kadar aksın" diye içimden geçirdim. Bir çomak aldım ve oluğu açmaya çalıştım. Ben uğraşırken çomak kırıldı ve akan su damlamaya başladı. Bu sefer içimden "Onlarınki kadar akmasa da olur, yeter ki eskisi kadar aksın" dedim ve uğraşırken oluk tamamen tıkandı ve hiç akmamaya başladı. Ben
yine açmak için uğraşırken Cebrail göründü ve "Tıkandı baba, tıkandı. Uğraşma artık, dedi. O gün bu gün adım "Tıkandı baba" ya çıktı ve hangi işe elimi attıysam olmadı. Şimdide burada çaycılık yapıp geçinmeye çalışıyoruz."
Tıkandı baba'nın anlattıkları Sultan Mahmut'un dikkatini çekmiş.Çayını içtikten sonra dışarı çıkmış ve adamlarına ;
-Hergün bu adama bir tepsi baklava getireceksiniz.
Her dilimin altında bir altın koyacaksınız ve bir ay boyunca buna devam edeceksiniz.
Sultan Mahmut'un adamları peki demişler ve ertesi akşam bir tepsi baklavayı getirmişler. Tıkandı baba'ya baklavaları vermişler. Tıkandı baba baklavayı almış, bakmış baklava nefis. "Uzun zamandır tatlı da yiyememiştik. Şöyle ağız tadıyla bir güzel yiyelim" diye içinden geçirmiş. Baklava tepsisini almış evin yolunu tutmuş. Yolda giderken "Ben en iyisi bu baklavayı satayım evin ihtiyaçlarını gidereyim" demiş ve işlek bir yol kenarına geçip
başlamış bağırmaya
-Taze baklava, güzel baklava !
Bu esnada oradan geçen bir Yahudi baklavaları beğenmiş. Üç aşağı beş yukarı
anlaşmışlar ve Tıkandı baba baklavayı satıp elde ! ettiği para ile evin ihtiyaçlarının bir kısmını karşılamış. Yahudi baklavayı alıp evine gitmiş. Bir dilim baklava almış yerken ağzına bir şey gelmiş. Bir bakmış ki altın. Şaşırmış, diğer dilim diğer dilim derken bir bakmış her dilimin altında altın. Ertesi akşam Yahudi acaba yine gelir mi diye aynı yere geçip başlamış beklemeye. Sultanın adamları ertesi akşam yine bir tepsi baklavayı getirmişler. Tıkandı baba yine baklavayı satıp evin diğer ihtiyaçlarını karşılamak için aynı yere gitmiş. Yahudi hiçbir şey olmamış gibi
-Baba baklavan güzeldi. Biraz indirim yaparsan her akşam senden alırım, demiş.
Tıkandı baba da
-Peki, demiş ve anlaşmışlar. Tıkandı babaya her akşam baklavalar gelmiş ve! Yahudi de her akşam Tıkandı baba'dan baklavaları satın almış.
Aradan bir ay geçince Sultan Mahmut;
-Bizim Tıkandı baba'ya bir bakalım, deyip Tıkandı baba'nın yanına gitmiş. Bu sefer padişah kıyafetleri ile içeri girmiş. Girmiş girmesine ama birde ne görsün bizim tıkandı baba eskisi gibi darmadağın.
Sultan;
-Tıkandı baba sana baklavalar gelmedi? mi, demiş
-Geldi sultanım
-Peki ne yaptın sen o kadar baklavayı?
-Efendim satıp evin ihtiyaçlarını giderdim, sağ olasınız, duacınızım.
-Sultan şöyle bir tebessüm etmiş.
-Anlaşıldı Tıkandı baba anlaşıldı, hadi benle gel, deyip almış ve devletin hazine odasına götürmüş.
-Baba şuradan küreği al ve hazinenin içine daldır küreğine ne kadar gelirse hepsi senindir, demiş. Tıkandı baba o heyecanla küreği tersten hazinenin içine bir daldırıp çıkarmış ama bir tane altın küreğin ucunda düştü düşecek.
Sultan demiş;
-Baba senin buradan da nasibin yok. Sen bizim şu askerlerle beraber git onlar sana ne yapacağını anlatırlar demiş ve askerlerden birini çağırmış
-Alın bu adamı Üsküdar'ın en güzel yerine götürün ve bir tane taş beğensin. O taşı ne kadar uzağa atarsa o mesafe arasını ona verin demiş. Padişahın adamları "peki" deyip adamı alıp Üsküdar'a götürmüşler.
-Baba hele şuradan bir taş beğen bakalım, demişler. Baba,
-Niçin, demiş. Askerler
-Hele sen bir beğen bakalım demişler.Baba şu yamuk, bu küçük, derken kocaman bir kayayı beğenip almış eline
-Ne olacak şimdi, demiş
-Baba sen bu taşı atacaksın ne kadar uzağa giderse o mesafe arasını padişahımız sana bağışladı.demiş. adam taşı kaldırmış tam atacakken taş elinden kayıp başına düşmüş. Adamcağız oracıkta ölmüş. Askerler bu durumu Padişaha haber vermişler. İşte o zaman Sultan Mahmut o meşhur sözünü söylemiş;
"VERMEYİNCE MABUD, NEYLESİN SULTAN MAHMUT"

Delikanlı ile Bilge'nin Öyküsü : Kaşıktaki Yağ
Bir tüccar mutluluğun gizini öğrenmesi için oğlunu insanların en bilgesinin yanına yollamış.

Delikanlı bir çölde kırk gün yürüdükten sonra, sonunda bir tepenin üzerinde bulunan güzel şatoya varmış. Söz konusu bilge burada yaşıyormuş.

Bir ermişle karşılaşmayı bekleyen bizim kahraman, girdiği salonda hummalı bir manzarayla karşılaşmış.

Tüccarlar girip çıkıyor, insanlar bir köşede sohbet ediyor, bir orkestra tatlı ezgiler çalıyormuş. Dünyanın dört bir yanından gelmiş lezzetli yiyeceklerle dolu bir masa da . varmış.

Bilge sırayla bu insanlarla konuşuyormuş ve bizim delikanlı kendi sırasının gelmesi için iki saat beklemek zorunda kalmış.

Delikanlının ziyaret nedenini açıklamasını dikkatle dinlemiş bilge, ama mutluluğun gizini açıklayacak zamanı olmadığını söylemiş ona. Gidip sarayda dolaşmasını, kendisini iki saat sonra görmeye gelmesini salık vermiş.

“Ama, sizden bir ricada bulunacağım,” diye eklemiş, delikanlının eline bir kaşık verip, sonra bu kaşığa iki damla sıvı yağ koymuş. “Sarayı dolaşırken bu kaşığı elinizde tutacak ve yağı dökmeyeceksiniz.”

Delikanlı sarayın merdivenlerini inip çıkmaya başlamış, gözünü kaşıktan ayırmıyormuş. İki saat sonra bilgenin huzuruna çıkmış.

“Güzel” demiş bilge, “Peki, yemek salonumdaki Acem halılarını gördünüz mü? Bahçıvanbaşının yaratmak için on yıl çalıştığı bahçeyi gördünüz mü? Kütüphanemdeki güzel parşömenleri fark ettiniz mi?”

Utanan delikanlı hiçbir şey göremediğini itiraf etmek zorunda kalmış. Çünkü bilgenin kendisine verdiği iki damla yağı dökmemeye çabalamış, başka bir şeye dikkat edememiş.

“Öyleyse git, evrenin harikalarını tanı.” demiş ona bilge. “Oturduğu evi tanımadan bir insana güvenemezsin.”

İçi rahatlayan delikanlı kaşığı alıp sarayı gezmeye çıkmış. Bu kez, duvarlara asılmış, tavanları süsleyen sanat yapıtlarına dikkat ediyormuş. Bahçeleri, çevredeki dağları, çiçeklerin güzelliğini, bulundukları yerlere yakışan sanat yapıtlarının zarafetini görmüş.

Bilgenin yanına dönünce, gördüklerini tüm ayrıntılarıyla anlatmış. “Peki sana emanet ettiğim iki damla yağ nerede?” diye sormuş bilge.

Kaşığa bakan delikanlı, iki damla yağın dökülmüş olduğunu görmüş.


“Peki” demiş bunun üzerine bilgeler bilgesi, “Sana verebileceğim tek öğüt . var.
Mutluluğun gizi dünyanın tüm harikalarını görmektir, ama kaşıktaki iki damla yağı unutmadan...

(Paulo Coelho - Simyacı - syf:42)

https://www.youtube.com/watch?v=NKQawuLt9-c

Martı Jonathan Livingston

“Yaşadıkları ona bir tüy ve kemik yığını değil, kusursuz bir uçma ve özgürlük fikriyle donatılmış,
hiçbir şeyle sınırlandırılamayacak bir martı olduğunu öğretmişti."

"Cehaletimizi kırabiliriz, becerilerimizi, yeteneklerimizi ve zekamızı kullanarak kendimizi bulabilir,
kendimiz olabiliriz. En önemlisi, özgür olabiliriz. Uçmayı öğrenebiliriz!"

"cennet ne bir zamandır, ne de bir mekan. cennet yetkinliğin ta kendisidir..."

-------------
Hoca, Akşehir'de bir akşam evine dönerken karşıdan iri yarı bir köpeğin geldiğini görür. Köpek bir an durur ve hemen köşe başındaki mezarlıktaki bir mezar taşına işemeye başlar. Hoca, korkutmak için köpeğe hoşt der ama ne çare ki, köpek cevap olarak kocaman dişlerini göstererek Hoca'ya hırlar. Hoca ister ki, köpek kaçsın veya kenara çekilsin ama hayvan üstüne üstüne gelmektedir. Hoca bakar ki iş kötü, hemen kenara çekilir ve hafifçe eğilerek köpeğe döner:

– Geç yiğidim geç!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder