" BEN BİR insanım
KATLAMAYIN
SARMAYIN
BOZMAYIN"
kRoPoTkIn
Büyüklerimiz yolculuk düşmek ve kalkmak meselesidir, sarsılmamışsan hiçbir yere gitmemişsindir demişler. Hilmi Yavuz’un “Ne kadar gitsem o kadar uzak” dizesini okumuşum, almışım yamçımı sırtıma, cigara ağzımda, elimde Musa’nın asası, mayasıllı götte don durmaz hesabı, yağmuru yorgan yapıp üzerime bir seher vakti düşmüşüm yollara.
Niyetim gezi dönüşü hemen paylaşmaktı sizlerle yaşadıklarımı, ama yazamadım nedense. Fırlatma rampasında bekledim durdum, karpuzu büyütmek için biraz da. Zihnim çok karaktersiz, aradan vakit geçince anılarımın netlik ayarı fluya dönüyor süratle, kimi parçalar kayboluyor. Kopan parçaları şu anki ruh halimle bütünlüyorum. Bu sefer yazı başka bir forma bürünüyor. Geçmiş, şu anın içinde. Şu an ise kimbilir nelere gebe. Uzay zaman düzleminde çok boyutlu bir matruşkayı dikizliyorum. Ben matruşkadan ve karpuzdan iyi anlarım. Kahveden de. Cilveli kahvelerinizi höpürdeterek okuyun ki yazıyı, açılsın fallarınız, göstersin pusulanızı. Gerçek pusulanızı bulana kadar geçici rehberiniz olan keten helvacı’yı takip edin lütfen.
Hafta sonu gezimiz dirsek temasında tanzim edilmiş. Molalar az, yürüyüş çok, göreceklerimiz tonla. Toplamda üç il üzerinde turnike yapıp, blok yiyene kadar renkli feykler atacağız kadere. İlk gün Adapazarı, Bolu, Ankara, Bolu güzergahını izleyeceğiz. Akşam Ortaklar Otel'de konaklayıp, İkinci gün gezimize Bolu sınırları içerisinde devam edeceğiz. İlk durağımız hattat Saim Özel’in memleketi Taraklı’dayız. Restore edilmiş evleri, müzeyi ve tarihi hamamı geziyoruz. Yükseklere doğru açıyoruz adımlarımızı. Yukarıdan şehrin dokusu, sokakları, tarihi yapıları tepe gözümüzü açıyor, keyifleniyoruz. Göynük’te Akşemsettin Hazretlerini çatkapı ziyaret ediyoruz. En az Fatih Sultan Mehmet kadar iyi bir öğrencisiniz diyor bizlere. Gururlanıyoruz, havaya giriyoruz hemen, hop Zafer Anıtına çıkıyoruz oradan. Albenili bir manzara var. Akı baklavası yemiş gibi lezzet alıyoruz panoramadan. Bahçelere dalıp elma yiyoruz dalından. Bahçenin sahipleri kovalıyor sonra bizi, ben diyeyim İngaziler siz deyin İngalizler sokağında düşe kalka kaçıyoruz, elmalar saçılıyor ceplerimizden, dut kaynayan kazana ayağımız takılıyor sonra, yaşlı teyze çamaşır tokacıyla kafamıza vuruyor, aptal oluyoruz o dakka, yolumuzu kaybediyoruz, sonra karnımız acıkıyor, toprak kapta sarma yiyoruz.
Sünnet Gölü’ne gidiyoruz akabinde. Ciğerlerimiz açılmakla kalmıyor, harbi harbi bypass olmuş gibi açılıyor damarlarımız. Kaz adımlarıyla yola devam ediyoruz. Beypazarı'na varıyoruz akşam olmadan. El yapımı telkari gümüş işleri, Beypazarı Kurusu, havuç satın alıyoruz. Havuç dondurması yiyoruz. Havuç suyu var mı, havuç suyu diyor birimiz. Havuç olur da suyu olmaz mı, olur elbette.
Devrisi gün son adresimiz Bolu Yedigöller. Yol üstünde Anıt Çam’a uğruyoruz. Eşikten atlayıp, yüzümüzü sürüyoruz. Statik elektrik üzerimizden ağaca, ağaçtan toprağa akıyor. Ferahlıyoruz.
Yedigöller’de İnce Göl sizin, Sazlı Göl benim, Nazlı Göl kiminse kimin fink atıyoruz. Gülen Kayalara tırmanıp, Dilek Çeşmesin'den su içiyoruz. Yeşiller, sarılar, maviler dönence olmuş, düşen yapraklar suda yüzüyor. Yapraklar üzerinde ne de çok göz yaşı var. Şelale’nin altından geçip, Kapankaya Tepesi Seyir Terasına çıkıyoruz. Fotoğraf makinalarımız harıl harıl çalışmakta. Gezimiz sona eriyor, İstanbul yollarındayız. Sarsılmışız, biraz daha olgunlaşmışız ya da öyle hissediyoruz.
Olgunlaşma, kimseye ve hiçbir şeye güvenmemeyi öğrenmektir diyorlar. Evrimse, boş bir ağızla doğup, gerektiğinde insan eti yiyecek kadar keskin dişlere kavuşmakmış. Boş bir ağız ve de boş bir levha. Tabula Rasa. Öğrenmenin ve evrimin sonu olmadığının farkındayız. Keskin dişler olduğu kadar, elbette cömertlikler de var hayatta. Hayatın yalnız ve yalnız cömertliğine şahit olmamız temennisiyle.
Kıssadan hisse, muchas gracias.
KATLAMAYIN
SARMAYIN
BOZMAYIN"
kRoPoTkIn
Büyüklerimiz yolculuk düşmek ve kalkmak meselesidir, sarsılmamışsan hiçbir yere gitmemişsindir demişler. Hilmi Yavuz’un “Ne kadar gitsem o kadar uzak” dizesini okumuşum, almışım yamçımı sırtıma, cigara ağzımda, elimde Musa’nın asası, mayasıllı götte don durmaz hesabı, yağmuru yorgan yapıp üzerime bir seher vakti düşmüşüm yollara.
Niyetim gezi dönüşü hemen paylaşmaktı sizlerle yaşadıklarımı, ama yazamadım nedense. Fırlatma rampasında bekledim durdum, karpuzu büyütmek için biraz da. Zihnim çok karaktersiz, aradan vakit geçince anılarımın netlik ayarı fluya dönüyor süratle, kimi parçalar kayboluyor. Kopan parçaları şu anki ruh halimle bütünlüyorum. Bu sefer yazı başka bir forma bürünüyor. Geçmiş, şu anın içinde. Şu an ise kimbilir nelere gebe. Uzay zaman düzleminde çok boyutlu bir matruşkayı dikizliyorum. Ben matruşkadan ve karpuzdan iyi anlarım. Kahveden de. Cilveli kahvelerinizi höpürdeterek okuyun ki yazıyı, açılsın fallarınız, göstersin pusulanızı. Gerçek pusulanızı bulana kadar geçici rehberiniz olan keten helvacı’yı takip edin lütfen.
Hafta sonu gezimiz dirsek temasında tanzim edilmiş. Molalar az, yürüyüş çok, göreceklerimiz tonla. Toplamda üç il üzerinde turnike yapıp, blok yiyene kadar renkli feykler atacağız kadere. İlk gün Adapazarı, Bolu, Ankara, Bolu güzergahını izleyeceğiz. Akşam Ortaklar Otel'de konaklayıp, İkinci gün gezimize Bolu sınırları içerisinde devam edeceğiz. İlk durağımız hattat Saim Özel’in memleketi Taraklı’dayız. Restore edilmiş evleri, müzeyi ve tarihi hamamı geziyoruz. Yükseklere doğru açıyoruz adımlarımızı. Yukarıdan şehrin dokusu, sokakları, tarihi yapıları tepe gözümüzü açıyor, keyifleniyoruz. Göynük’te Akşemsettin Hazretlerini çatkapı ziyaret ediyoruz. En az Fatih Sultan Mehmet kadar iyi bir öğrencisiniz diyor bizlere. Gururlanıyoruz, havaya giriyoruz hemen, hop Zafer Anıtına çıkıyoruz oradan. Albenili bir manzara var. Akı baklavası yemiş gibi lezzet alıyoruz panoramadan. Bahçelere dalıp elma yiyoruz dalından. Bahçenin sahipleri kovalıyor sonra bizi, ben diyeyim İngaziler siz deyin İngalizler sokağında düşe kalka kaçıyoruz, elmalar saçılıyor ceplerimizden, dut kaynayan kazana ayağımız takılıyor sonra, yaşlı teyze çamaşır tokacıyla kafamıza vuruyor, aptal oluyoruz o dakka, yolumuzu kaybediyoruz, sonra karnımız acıkıyor, toprak kapta sarma yiyoruz.
Sünnet Gölü’ne gidiyoruz akabinde. Ciğerlerimiz açılmakla kalmıyor, harbi harbi bypass olmuş gibi açılıyor damarlarımız. Kaz adımlarıyla yola devam ediyoruz. Beypazarı'na varıyoruz akşam olmadan. El yapımı telkari gümüş işleri, Beypazarı Kurusu, havuç satın alıyoruz. Havuç dondurması yiyoruz. Havuç suyu var mı, havuç suyu diyor birimiz. Havuç olur da suyu olmaz mı, olur elbette.
Devrisi gün son adresimiz Bolu Yedigöller. Yol üstünde Anıt Çam’a uğruyoruz. Eşikten atlayıp, yüzümüzü sürüyoruz. Statik elektrik üzerimizden ağaca, ağaçtan toprağa akıyor. Ferahlıyoruz.
Yedigöller’de İnce Göl sizin, Sazlı Göl benim, Nazlı Göl kiminse kimin fink atıyoruz. Gülen Kayalara tırmanıp, Dilek Çeşmesin'den su içiyoruz. Yeşiller, sarılar, maviler dönence olmuş, düşen yapraklar suda yüzüyor. Yapraklar üzerinde ne de çok göz yaşı var. Şelale’nin altından geçip, Kapankaya Tepesi Seyir Terasına çıkıyoruz. Fotoğraf makinalarımız harıl harıl çalışmakta. Gezimiz sona eriyor, İstanbul yollarındayız. Sarsılmışız, biraz daha olgunlaşmışız ya da öyle hissediyoruz.
Olgunlaşma, kimseye ve hiçbir şeye güvenmemeyi öğrenmektir diyorlar. Evrimse, boş bir ağızla doğup, gerektiğinde insan eti yiyecek kadar keskin dişlere kavuşmakmış. Boş bir ağız ve de boş bir levha. Tabula Rasa. Öğrenmenin ve evrimin sonu olmadığının farkındayız. Keskin dişler olduğu kadar, elbette cömertlikler de var hayatta. Hayatın yalnız ve yalnız cömertliğine şahit olmamız temennisiyle.
Kıssadan hisse, muchas gracias.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder