Kış henüz bitmemişti. Bölümde işler logaritmik bir süratte artarken, gerilim dikey yönde salınıyordu. Rezonansa giren bu gerilimi bir nebze olsun bastırmak için Uludağ gezisi elbette vazgeçilmezdi. Kendilerine fırsat yaratmakta zorlanan pek çok arkadaşımız oldu. Katılım, beklenen seviyenin biraz aşağısında seyretti.
Oteller bölgesinin son metrelerinde buzlanma olmuştu. Otobüsten daha iner inmez kayak yapmaya başladık. Bu hızla kendimizi lobiye ışınladık. Odalarımızı pusula yardımıyla zar zor bulabildik.
Cumartesi hava kaprisliydi. Bazen güneş, bazen tipi vardı. Yinede yamaçların hakimleriydik. Zirvede bir de Nasuh Mahruki ve Babası vardı. Hep birlikte kanatlandık Uludağ semalarında.
Akşam, Tayfun si bemolden, fa diyez’e inanılmaz geçişler yaparken, bizim kısmetimizde DJ Dodo çıkmıştı. Tayfunu dinleyemediğimize hepimiz çok üzüldük. Bu üzüntümüzü hafifletmek için Dodo en hit şarkılar seçiyor, Boneym’den Rasputin dinletiyordu.
Pazar günü hava iyice kötüleşti. Fırtına çıktı ve yağmur yağdı. Çatıların çığ olup aktığına hepimiz şahit olduk. O havada kayak yapmak elbette mümkün değildi. Yine düştük yollara yollara.
Yaşam, yaşamaya değer mi sorusu felsefenin en temel sorusudur. Boşuna tartışmışlar. Bize sorsalar cevap verebilirdik rahatlıkla. Kime sorarsanız sorun, yaşam her şeye değer.
Ruhlarımıza, umutlarımıza, hayatlarımıza...
Başlık bu yazıya olmadı diyeceksiniz. Ne diyelim, haklısınız. Biraz ilgi çekebilmekti amacımız. Buraya kadar okuduysanız ne mutlu bize.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder