04-08.02.2009, İzmir
Atın iyisi doru, yiğidin hası deli olur.-Anonim
Bir yüzük yaptım sana güvercin teleğinden,
Bir yüzük bükerek hoşçakal sözcüğünden.
Bir yüzük yaptım belli belirsiz,
Eski bir gramafon sesinden.
Bir yüzük serçe parmağın için,
Bulutsuz bir gecede kayan yıldız izinden.
-Metin Altıok
Ey, iki adımlık yerküre, senin bütün arka bahçelerini gördüm ben! diyordu maddi başarıların aslında beyhude olduğunu acı ve pişmanlıkla anlayan Nilgün Marmara bir şiirinde. Ne kadar yüksek sesle okusakta, ne kadar üzerinde kılı kırk yararcasına düşünsekte dönüp dolaşıp korku ve gelecek kaygılarıyla aynı sürüncemenin içine kuzu gibi geliyoruz. Çünkü bizim kaderimiz değişmez, her daim şehirde işsiz, köyde rençber, cephede askeriz. Ama birileri dönmek istemeyecek. İşte bu yazı keşke hiç dönmeseydim İzmir’den diye hayıflanan gerçeği katışıksız aktardığı iddasındaki – hayaller, duygular, özlemler hariç - Keten Helvacı mahlaslı gubetçimizden.
Mühür kimde ise Süleyman odur diyerek ağzımı hayra, gerisini bayıra açıp başlıyorum anlatmaya. Erkenden kalktım, yolculuk vakti geldi çattı. Bavulumu akşamdan hazırlamıştım. Eksiklerin kontrolünü yaptım, aynaya bakmadan evden ayrıldım. Özlenen Tour de France’ın mini bir kopyasını yaşamak için marşa basmıştım. Sabiha Gökçen’e varma, check in yaptırma, aylak aylak havaalanında gezinme gerçekliğe katkılarımdı. Bekleme salonunda otururuyorum. Yazın bir Cuma akşamında Kabataş’tan Yalovaya giden Babalar vapurunda gibi hissediyorum kendimi. Ailemden uzaktayım. Eşim çocuğum İzmir’de, ben İstanbulda. Bir süre sonra aileme kavuşacağımı hissediyorum. Benim uçağımda bir Babalar vapuru. Aileme kavuşmaya vesile olacak bu uçak. Haydi kaptan gazı kökle, varalım bir an önce İzmir’e.
Uçakta yaşlı bir hanım sağıma oturuyor. Solumda cam kenarında ise bir genç kız. Ben ortada asil bir kont edasıyla seyahat ediyorum. Genç kız camdan bakıyor. Kirpikleri öyle uzun, öyle biçimli ki mızrap vursam viyola sesi verecek. Tonla maskara yetmez sürmeye. Leydim maskaranın kilosu kaça?
İzmir Palas Otelinde kalacağım. Atatürk Caddesi üzerindeymiş. Evim Atatürk Caddesinde, otelim Atatürk Caddesinde, inancım Atatürk’te. Kutsal üçleme – trinity– böyle bir şey olsa gerek. Karşıyaka’ya vapurla geçip, Kordon’da bira içerim. Hepi topu dört gün. Fazla şey sığdıramam zaten bu kısa geziye. En afillisinden dinlenmiş olacağım ki büyük devlet bana. İstanbul, şom ağızlım, asırlar geçti kısmetimi söylemedin bana. Bak güzel İzmir nasılda vaatlerle dolu, nasılda kanımı kaynatıyor.
Amaçlarıma ulaşabilirsem İzmir marşı ile gelip, mehter marşıyla döneceğim İstanbul’a. Hayalim gerçekleşirse Egenin mendereslerinde akmazmıyım o zaman çavlan gibi, gedizlerinde alüvyon olup tel tel dökülmezmiyim. Ama bilirim dağları aşıp denize kavuşamayan bahtsız bir nehirim bu coğrafyada. Deniz hep çok uzaklarda bana. İşte bu nedenle göğe çeviririm yüzümü ve dalıp giderim İzmir semalarına.
Taksiye bindim, otele vardım. Otel merkezde, konumu harika. Yalnız odam şehir manzaralı. Ben deniz manzaralı istemiştim oysa. 716 numaralı oda, 7. kat İzmir manzarası.
Artık İzmir’i keşfe çıkabilirim. Önce Alsancak istikametine yürüdüm. Cafeler, restoranlar, çay bahçeleri sahil boyunca sıralanmış. Liman işletmelerine kadar yürüdüm. Dönüşte Sunset’te oturup bira içtim, midye yedim. Oradan Konak tarafına döndüm. Pasaport İskelesini geçip Saat Kulesine kadar yürüdüm. Konak Pier’i gezdim. Pasaportta kahve molası verdim elbette. Rüzgar kuvvetli esiyor. Bostanlıya motor seferleri iptal omuş. Karşıyakaya seferler devam ediyor. Yürüyüş yaptım, resim çektim. Öpüşenler, elele dolaşanlar ne kadar çok Kordon’da. Aşkın fay hattı Kordon’dan geçiyor olsa gerek.
Falıma da baktırdım nasipse. Falcı bacı gaipten bildirdi, stratosfer mağmaya değse arayışım son bulmayacakmış. Alıştım bu duruma, çoktan aldırdım sinirlerimi. Aramayı bırakıp yaşamam lazım, sadece yaşamam. John Lock, Claire’e ne zaman aramayı bıraktım o zaman buldum huzuru diyordu. Aramayı bırakmaksa büyük boşluk. Çelişki arşa değmiş. Küçük Kadınlar’ın jenerik müziğinde dediği gibi kurduğun hayalleri ayazlar yıksa da, sen yeter ki hep hayal et, hayat döner sana. Hayat dönecek mi, baki değil gözümün nuru, baki değil, kızılcık şerbeti içmişim.
Yarın öğlen Karşıyaka’ya geçeceğim. Boyoz ve gevrek yiyeceğim. Pekte levanten yiyeceğine benzemiyor şu Boyoz. Merak ettim şimdi tadını. Tekrar Konak tarafına yürüdüm. İskelede restoranda fasıl var. Münir Nurettin’den geliyor nağmeler. Müzik eko yapıyor hem meydanda, hem bağrımda. Otele dönerken buzlu badem aldım. Bol bol buzlu badem yerim artık oradan buradan.
İkinci güne erken kalkarak başlıyorum güne. Kahvatımı yapıp, doğru Alsancak İskelesine gidiyorum. Karşıyakaya , İzmir’den kopuk yaşayanların mekanına gidiyorum. Karşıyakalılara İzmirlimisin denince kızıyorlar, Karşıyakalıyız diyorlar. Farklılaşma arayışındalar. Karşıyaka’da iskelenin karşısındaki sokakları birer birer dolaştım. Tersane yönüne ve sonra diğer yöne sahilde salındım. Attilla İlhan’ın heykelini koymuşlar sahile, edebiyattan uzak değiller. 9 Eylül vapuru ile Konağa döndüm. Kemeraltı, Kızlarağası Hanı, Hisanönü öğleden sonraki adreslerimdi. Yemek, kahve, yürüyüş, bol resim, üzerine mesir macunu civa gibi oldum kimse tutamaz artık beni. Sabahı İnciraltı pavyonlarında getireceğim bu gidişle. Alsancak – Karşıyaka – Konak, eşkenar üçgenin tüm kenarları boyunca hareket halindeyim. Lakin bütünler açım İstanbul’da. Bir evet dese canı gönülden arc tanjanttan, kotanjanta cümle trigonometrik açılarda yöneylem araştırmasında bulunacağım da, ben basit sayılarda takılıp kaldım. Sıfırı keşfetmişim en azından. Bu bile başarı.
Tek başına dolaşmanın hiçte zevki yok, alyuvarlarımda hissediyorum. Hemoglobinim ölçülse yalnızlığım kolayca anlaşılır. Damarlarım tıkanmış, safra kesem patlamış, kalemimden safra akıyor. Lezzeti soframa ancak sen getirebilirsin. Onunçün irtibatı koparamam seninle my precioussssssssss. Bana su ver, bana ekmek ver, bana hırka ver. Bende sana tonla moloz vereyim yamaçlarımdan. 2 mach’a çıkarıp hızımı ses duvarını ancak o zaman geçebilirim. Aşırı kütleden bir an önce kurtulmam lazım.
1250 fahrenheit’ta likide dönen
Katı yürekli elementim,
Özde yanan sevgilim.
Asırlardır harareti beklersin.
Közde tuttum ruhumu.
Damıttım koca bir ömür.
Erimiş volkan olmuş,
Alsam onu ocaktan,
Yüreğine bıraksam.
Fahrenheit’ın yeter mi
Avuç avuç tatmaya,
Deniz fenerim olmaya.
Tarım ürünlerinin deniz yoluyla sevkiyatı için inşa edilmiş Alsancak Limanına, oradan Konağa iki zamanlı mekik vaziyetindeyim. Yarın Sevgi Yoluna ve Kültür Parka giderim. Cumartesi ise Manisa Yolunu ziyaret ederim, belki teleferiğe binerim. Yürümekten bacaklarım liflif olmuş, bitap düşmüşüm. Yatağa yatınca daha bir günyüzüne çıkıyor ağrılarım. Sabah kalktığımda hala ağrıyordu bacaklarım. Kahvaltı yaptım, çıktım yine Kordon’a. Bugün uzun mesafeli planlar yapamıyorum. Sahilde oturdum, çiğdem çitledim, kitap okudum. Oradan Sevgi Yoluna gittim. Swis Otelin hemen arkasında, çok yakın İzmir Palas’a. Kumpir yedim, dolaştım bir aşağı bir yukarı. Gençler yoğun Sevgi Yolunda. Onlar gitmeyecekte kim gidecek, adı üstünde Sevgi Yolu. Pasaporta geldim, kahve içtim, yazı yazdım. Epey bir süre yalnız gezeceğim, sonra, sonrası üç elmayla bir kerevet. Bulutlar, sisler dağılıyor güneşin ışıklarıyla. Ferahlık kaplıyor içimi. Açık hava hakim olacak bundan böyle kainatta. Keyif aldığım nadir anlardan biri. Odama gidip bu satırları kaleme alıyorum. Bu akşam rakı içmem gerekiyor, ekabir işi olmalı. La Seraya gidiyorum. Palamarı yine çözemedim. Limanın güvenliğini tercih ediyorum. Geceyi sabaha rakı ve mezeyle bağlıyorum.
Sabah hem uykusuzum, hem başım ağıyor. Kahvaltı niyetine iki kumruyu mideye indirip Alaçatıya doğru yola çıkıyorum. Giderken otobandan, dönüşte eski yoldan döneceğim. Yel değirmenlerini görünce Alaçatıya geldiğimi anlıyorum. İmren Han’da Sakızlı kahve içiyorum. Rumlardan kalma yel değirmenlerinin oradan manzaraya bakıyorum. Oradan Çeşmeye transit. Çeşme Kalesini gezip, sahilde çayımı içiyorum. Türkiyenin en güzel hastanesi Urla Devlet Hastanesinde kalça çıkığı tedavimi yaptırıp –yılların hamalında kalça çıkığı olmasında kimlerde olsun- , Güzelbahçe, Narlıdere, Balçova, Konak istikametinden dönüyorum. Topçu’da şiş yenirmiş, İsmet Ustada çorba içilirmiş. İzmire gelipte Ege mutfağına özgü yemeklerden yemeden durulmazmış. Zeytinyağlılara yükleniyorum. Yemekten sonra Kültür Park’a giderim. Buralara kadar gelmişken kusur kalmasın fuar. Ertesi günü havaalnına giderken Asansör’e bineceğim ve oradan Kadifekaleye gidip İzmir manzarasını yanımda götürmek istiyorum.
Devrisi gün sabah erkenden kalkıp bavulumu topladım. Kahvaltı yapıp doğruca Smyrna Meydanına gittim. İzmir’in ilk yerleşim yeriymiş. Ama kapalı, gezemiyorum. Oradan ver elini Tarihi Asansör. Dario Moreno’nun Evi hemen Asansörün dibinde. Restoran kısmı tadilatta. 14 Şubat Sevgililer gününde açılacakmış. Oradan Kadıfekaleye çıktım. İzmirin tamamı bana gelmiş. Agora’dan Tünellerle Kaleye çıkılıyormuş. Günümüzde tüneller kapalıymış. İzmir’i arşınlayıp havaalanına geliyorum.
Dişe taş takılır
Taşa kaş yapılır
Kaşa baş bulunur
Başa kuş vurulur
Kuş’a düşte ağlanır
Düşte fal bakılır
Taş baş bana, kuş kaş sana
Anan yani, baban yani
Tut elimi yabani
Yüreyelim Kordon’da
Binelim Konak’tan vapura
Ver elini Karşıyaka
Menemen, Foça, Aliağa
Balçova, Buca, Bornova
Kadifekaleden bakalım
Alaçatıya uzanalım
İşte sana İzmir turu
Bizden olsun hamuru
Afiyet şeker bal olsun
Huzur dolsun kalbiniz
Az biraz sabır gösteriniz
Eli kulağında yeni gezimiz
Yaşadıklarımız bütün olsa da, yazıya dökerken yer yer boşlukların kaldığı aşikardır. Asıl kerametin boşlukta olduğunu belirtmek isterim. O boşluk ki yüreğime düğümlenmiş, çözülememektedir.
Gurbet yavrum garba düşmektir gurbet demiş Cemal Süreyya. Engellemesi elimizde olmayan, büsbütün dışımızda gelişen olaylar belirliyor gurbette olup olmadığımızı. Niyesini bulmak için mantıklı yanıtlar arıyoruz boşa. Aynı yerde kalsakta garba düşüyoruz illaki. Gurbeti içimizde taşıyoruz. Dünyayı bir küre gibi kamera açısından izlyebilecek kadar bakış açısı kazandığımızda her gitmek isteği aslında bilfiil kendimizden gitme isteğidir ve bu sadece bir kez gerçekleşebilir, algılıyoruz. Öyleyse kendimizden gidene kadar gurbete devam.
Harika bir yazı. Okumaya doyamadım. Sayende, İzmir'e bende bir yolculuk yaptım. Kordon'da yürüyüp, sevgi yolunda turşu suyu içtim. Kızlarağası hanında gezinip, pasaportta kahvemi yudumladım ve daha sayamayacağım kadar çok anıyla özlem giderip havasını soluyup İstanbul'a geri döndüm. Kalemine sağlık çok iyi geldi bu yolculuk...
YanıtlaSil