5 Mart 2011 Cumartesi

Güneşin Oğlu Esteban Madalyon Peşinde

Dünyada her nimeti bıraksam ne çıkar ki?
Orda o varken, burda bırakılmaz ne var ki?

Necip Fazıl Kısakürek

Before I change again...
Remind me the story that I won't get insane
Before I change again...
Remind me the story that I won't get insane
Insane, Insane, Insane, Insane,Insane, I'm Becoming Insane!!!

Infected Mushroom - Becoming Insane

Çoğu anlatıda deli, hastalıklı ve tehlikeli diye bahsedilen Fransız ressam Paul Gauguin’in varoluş bilmecesine aradığı yanıtları bizde cevaplandırmaya çalıştık kapasitemiz el verdiği ölçüde: “D’ou Venons Nous? Que Sommes Nous? Ou Allons Nous?” “Nereden Geliyoruz? Neyiz? Nereye Gidiyoruz?” İlk sorunun cevabı İstanbul’dan geliyoruz, elbette Kemer Club Med’e gidiyoruz ve açık denizlere yol almış buharlı gemileriz, basınçtan kazanlarımız patlamak üzere. Hep birlikte bu buharlının seyir defterini okurken, mürettebatının ne kadar becerikli yada beceriksiz olduğunu anlamak için dar geçitler ve ice berg’ler arasında seyir halinde olacağız. Güvertede manzarılı seyrü seferde hızımızdan zatürre olmamak için iki kadeh mohito önerilmekte, bol nane yapraklısından.


Club Med’den yani meşhur Fransız Tatil Köyünden bir Eldorado bir Altın şehirmişçesine bahsetmişlerdi bize. Tesisin girişinde Guest Operator – kısaca G.O – denilen marallar tarafından karşılanacağımız, her damak tadına uygun şerbetlerden ikram edileceği, odalara kadar bizlere refakat edileceği ve binbir pozisyonda hazlar yaşatacakları – detay veremiyorum çünkü Gılgameşin bile yüzü kızarırdı fantazyaları anlatırken. Rüyalarda bile henüz oynamamış cennetvari perküsyonlardan dinledikçe heyecanlanmamak ne mümkün. Biz de zamandan tasarruf edelim diyerek Sabiha Gökçen’den tayyare ile havalanacaktık Antalya’ya.  Öylesine heyecanlıydık ki 12 Temmuz sabahı daha tan ağırırken ulaşmıştık piste.  İlk bina hop hatalı çıkıyor. Elde bavullarla yürü işin yoksa diğer binaya. Türk Havayolları diğer binadan hareket ediyormuşta haberimiz yokmuş. Bilmemek ayıp değil ki gözüm, sora sora Bağdat bulunuyor.

            Bekleyen yolcular arasında tüm bakışların odak noktası olmuş bir kadın dikkatimizi çekiyor. Focus birliğine bizde katılıyoruz. Ne kadar şanslıyız ki uçuş kabininde yanımıza oturuyor. Tanıştırayım Lorraine.

Hollandalı mankenmiş, DJ’lik yapıyormuş, Alanya’ya tatile gidiyormuş. Kendisi oldukça şöhretli olduğundan magazinel gazetecilik yapıp detayları vermiyorum. İlginen kişlere bilahere projeksiyon gösterimli tele-konferans verebilirim. Biz devam edelim seyr-ü seferimize. Başlangıç o kadar muhteşem oluyor ki, devamında hasat üzerine hasat yapacağımız, şiraz üzümlerinden bağlar bozacağımızın işaretlerini daha o andan hissediyorduk.

            Lorraine ile muhabbet koyulaşıyor zaman içinde, piste iniyoruz, valizleri alıyoruz, transferimizi bekliyoruz hala yanından ayrılamıyoruz. Aslından sonsuza kadar demir atabiliriz bu limanda.  Ama vize çıkmıyor, kurbanlık kuzu gibi minibüsümüze biniyoruz. Minibüsümüz yarı pavyon yarı cenaze arabası, yarı limuzin yarı traktör özelliklerine sahip. Klimalar süs niyetine konmuş, naturel havalandırma eşliğinde gidiyoruz otelimize.

            Yusuf ve Burak’la  tanışıyoruz minibüste.
Onlarda anlatılan efsanelerden galeyana gelmiş,  üç yıl öncesinden yer ayırtmışlar tesise. Burak için sorun yok, o serbest hareket etme yeteneğinde bir ranger. Ama Yusuf kıskaca alınmak üzere, dikkatli olmazsa tırpanı o dakka yer, benden söylemesi.

            GO’lar ıslak havlularla karşılıyorlar bizi, ferahlamak için kullanacakmışız, tesisi anlatıyorlar, çok şeffalar, çok güleryüzlüler, dedikleri kadar varmış gerçekten. Ama sonra sonra anlıyoruz ki sadece girişte dört perde sahnelenen sahte bir seremoniymiş yapılanlar. Girişten sonra bir tek GO ilgilenmiyor bizlerle, herkes kendi başının çaresine bakacacak bundan sonra.

            Dürüst olmak gerekirse hareket açısından tesis zirveyi zorluyor. Her akşam ayrı konseptte yapılan gala yemekleri, köpük partileri, su partileri, ücretsiz su kayağı, wakeboard mono  yapma imkanı – Emel’den fırsat bulsak bizde su kayağı yapmak istiyoruzda full kapatmış iskeleyi yer bulamıyoruz  - , rüzgar sörfü, katamaran, beyaz geceler isminde yapılan eğlenceler kapsamında Kemer’in en büyük diskolarından biri olan Arena’ya gitmeler, havai fişekli alevli kutlamalar, Love Parade’ler,  Matching Party’ler, Salsa Dansları, okçuluktan aerobik’e kadar envai çeşit spor aktiviteleri dinlenmenize vakit bırakmıyor.   
Yalnız dil bilmemek en büyük sorunumuz. Tüm sistem Fransızca üzerine kurulu olduğundan iletişimden kaynaklanan arazlar gündeme geliyor. Tek bir Türkçe anons olmadığından geç haberimiz oluyor aktivitelerden ve fransızca konuşmalardan iskelet yapımıza aşırı yük bindiğinden, sağa doğru yalpalama hissediyoruz omuzlarımızda. Yükü atmak için üzerimizden nöbete kalmadığı zamanlarda Nimet Hemşire ile sohbet ediyoruz.
           
Sürekli otelde geçirmiyoruz zamanımızı. Eskimoların okyanusta balina avladıkları kayaklarla Faselis kıyılarında gezintiye çıkıyoruz. Bu kayakların bir adı da “Divorcing Double”. Latif motor, ben dümen konumundayım. Kürek çekerken bir türlü uyum sağlayamıyoruz Kavga ediyoruz durmadan. Tek kürekte deneyimliyimde, çift kürek olayında yeni yeni tecrübe kazanmaya çalışıyorum.

            Olimpos’a Tahtalı Dağına teleferikle çkıyoruz. 735 metredeki ilk istasyondan 10 dakikalık çıkışla 2350 metreye zirveye çıkılıyor. Zirvede neredeyse üşüyoruz yazın ortasında. Manzara akla zarar. Alanyadan Faselise kadar ayaklarımıza gelmiş tüm kıyılar. Nefes filmide Tahtalı’da çekilmiş. Dağlarda nöbet hesabı.
Bir akşamda Auro Diskoya gittik. Ben rus dostlarımıza alkollü kokteyller gönderdim, kuru teşekkürden başka işe yaramadı. Birde otelde bulamadığımız Efes’ten içtim kana kana.

            Latif bir standart tutturmuş, üç mohito bir espresso, dinamik dengede otuzuncu kadehi götürüyor, Burak hararetle votka elma’nın lezzetlerini anlatıyor bize, içmemiz için sürekli tavsiyelerde bulunuyor, bir yandan da Amerikalı yavuklusunu kesiyor. Burak işi biliyor, önceden bağlantılarını ayarlamış, Club Med’e gelmeden yazışmış yavuklusuyla Amerikalardan. Yusuf kendini programlamış, üç tostu takiben bir krep indiriyor mideye. Sürekli uyku modunda, odasına gidip uyumak vazgeçilmez tutkusu.

              Dünyadan çokta kopmamak için Seraptan gazete dileniyoruz, zamandan kopmamak için Köstekli amcaya saati soruyoruz, o da cebinden çıkardığı kocaman çalar saatine bakıp söylüyor saati, elinde üç adet Kruvasanla alkolik gibi gezen nam-ı diğer Kuru Hasan’la sohbet ediyoruz. Alüvyonlu toprağa uzanmış İsraiili mankenleri – bir tanesi Esti Ginzborg - kesiyorum. Buyrun işte bakmayıpta ne halt edeyim, bülbülün çektiği gözü belası.
Osman’dan Malibu Ananas istiyor İsrailliler, malibu senin anana diye cevaplıyor barın gerisinden, bir yandandan da Bas, Bas, Bas, Basmaaa diye ortalığı inleterek buz dolduruyorlar sıcaktan tükenen buz kaplarına.  Müstesna güvenlik noktasında olası kavgalara anında müdahele etmek için soteye yatmış, Ali Baba teknesi gitgel yaparken, Kulaklarında küpelerle Endülüslü rakkaselere benzeyen Sevim karşılayıcılık yapıyor restoranda.  Lion’lu kızlar sırt masajı yapmak için ortalıkta dolaşıyorlar beyaz tünikleriyle. Dansçı kızlar platformun üzerinde dans ederken seksi figürler yapıyor ve gözlerimizin içine bakıp doğrudan şarkıyı bize ithaf ediyorlar, gelen şarkı Mc Hammer’dan “You Can’t Touch This”. Biz Estergon Kalesini fethetmeye çalışan yeniçeriler gibi Platformlara atılıyoruz, güvenlikçiler ayaklarımızdan tutmaya çalışıyorlar, 50 faktör korumalı kızgın güneş yağını boca ediyorlar üzerimize, ama Fatih’in torunlarıda en az onlar kadar azimli, kaleyi fethetmeye ant içmişler.

            Sadede gelelim, konuyu tatlıya bağlayarakatan toparlayalım. Futbol jargonuyla skor, ihale jargonuyla hit rate analizleri soruyorlar. Nostradamus olup kehanette bulunmanızı bekliyor, baklayı ağzımdan çıkarmıyorum, herkes uygun gördüğü finalle bağlasın yazının sonunu. Haz ilkesi her daim baki. Ama aşk var mı üstat? sen bize bunları anlat diyorsanız aşk varda aşk peşinde koşarken çokta maymun iştahlı olmamak lazım diyorum. Ben çok maymun iştahlı oldum Kemer’de. Bir ona bakayım, bir buna güleyim, bir şununla sohbet edeyim derken çiçekten çiçeğe gidince kararsızlık nedeniyle yatırımlar boşa gidiyor, kafama dank etti. Orta okul arkadaşım Nuray boşuna yazmamış hatıra defterime “Bir melek sev, bir çiçek sev, bir güzel sev ama bir tane sev.” Tamam bende bir tane seveceğim bundan kelli, Lorraine gördüm seni, sobe sobe sobe....

            Tatil süresince her ne kadar bitsin artık ya dediğimiz anlar, bir daha buraya gelmem dediğimiz saniyeler olduysa da İstanbul’a dönüp gerçeklerle yüzleşince bizler gibi memur ritminde çalışanlar için tatilin ne büyük devlet ne enfes bir hadise olduğunu zihinlerimize daha derinden kazıyoruz. Adaptasyon güçlükleri çekmekteyiz, Olimposta Tabakamız kalmış. Afyonun yardımıyla dahi kendimizden kaçması hiçte kolay olmuyor... İsrailin psidelik makamından devam edelim
.
..
...
....
No me acuerdo lo que paso
Ni me di cuenta ni que me pico
Todo da vueltas como un carrusel
Locura recurre todita mi piel

Wake me up before I change again
Remind me the story that I won´t get insane
Tell me why it´s always the same
Explain me the reason why I´m so much in pain

12-19 Temmuz 2008, Kemer

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder